Bağıran kazanıyor

Şayet ilçenizde ya da semtinizdeki pazarlara gidiyorsanız orada bağıran pazarcıları da görmüşsünüzdür. Bağıran bağırana. Sessiz duran pazarcıyı görmeniz nerede ise imkânsızdır. Çünkü burası bir pazar ve bağıran kazanır. Pazarcı satmak istediği sebze-meyveyi bağırarak bir tür reklamını yapar. Dolayısıyla bağırmıyorsanız kaybetmekten ziyade kazanamayacaksınız demektir. Hatta aynı ürünü satan, bir anlamda sizin rakibinize göre daha çok bağırmanız gerekir. Pazarda satıcı iseniz bağırmak zorundasınız. Pazarcı da daha çok görevi gereği bağırır.
Pazardaki bu bağırma aslında “Ben malıma güveniyorum” demenin sesli halidir. Ya da bağırmıyorsanız “Benim malımda problem var” olarak da yorumlanabilir. Haydi biz iyimser düşünelim; bağırmıyorsanız bu konuda acemi olduğunuz anlaşılır. Buradaki bağrışmalar ekmek parası için olunca ses kirliliğine kimse de itiraz etmez. Bağırmadaki niyet bilindiği için oralardakiler açısından problem de teşkil etmez. Pazar dediğin yerde, bağrışma da olacak ki pazar olduğu anlaşılsın değil mi? Tabi bu söylediklerimiz sadece pazar için geçerli değildir.
Hayatın kendisi de öyle değil mi? Bağıran kazanıyor. Bağıran ben buradayım demek istiyor. Sokakta bir kavga varsa en çok bağıran kişi, kavgayı izleyenlerin en çok dikkatini çeken kişi değil mi? Bütün gözler onun üzerindedir. O çok bağırıyorsa baskın olan da odur. Ve onun ilk yapacağı hamleyi beklerler. Ama toplumdaki genel kanı, çok bağırıyorsa suç bastırıyordur. Kim çok bağırıyorsa; ya bir şey saklıyordur ya yeni bir ganimet peşindedir ya da hedef şaşırtıyordur görüşü hâkimdir.
Sosyal medyada en çok kim konuşuluyorsa o gündem olmuyor mu? Televizyonlarda en çok kimi görüyorsak onu daha çok merak etmiyor muyuz? Spor programlarında en çok bağırarak yorum yapanlar, reytingleri yükseltmiyor mu? Ya da bu bağrışmalar, bizim de hoşumuza gittiğinden, onları izleyip reytinglerine katkı(!) sunmuyor muyuz?
Bu ister bir gazeteci olsun, ister bir sporcu, ister bir profesör, ister bir makam sahibi. Hiç fark etmiyor. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” bağırışları hepimiz için, özellikle de işlerini mevzuata, hukuka uygun yapan insanlar için bir tehdittir. Kendini ispat gayreti ile birlikte, aynı zamanda kendini haklı çıkarma ve karşıdakini bastırma duygusunu taşımaktadır. Yükselen bir ses ya da sokak jargonu ile yapılan söz atmalar ve hakaretler çoğu kez haklılığın değil tam tersine karşıdakini ezmenin psikolojisidir.
Özellikle fikirleri tartışırken seslerin yükselmesi, hararetin artması, kavgaya dönüşmesi…Bunlar hep duygu kontrolsüzlüğünden kaynaklanıyor. Bu çok önemli. Fikirleri duygu ile harmanlayıp sunarsanız; kişiler, olaylar ve fikirler birbirine karışıyor. O kargaşadan tek çıkış kapısı ise, kavga, öfke, hırs ve egolarla ayrılık. İster sanal ister gerçek hangi ortam olursa olsun, bir yere nasıl giriyorsak öyle çıkabilmemiz lâzım geliyor.
Daha iyi anlaşabilmek ya da daha anlaşılır olmak için başvurulan bir yöntem midir ses yükseltmek, yoksa daha baskın gelmek için mi? Ses yükseldikçe daha mı anlaşılır ya da daha mı haklı olur insan? En tenor perdeden daha fazla bağıran değil, haklı olan elbette ki kazanacaktır.
Fikirleri tartışırken bile kavga eder gibi tartışmaya başladık. Oysa kavganın olduğu yerde fikirler anlaşılmaz. Fikirleri kavga ettirmek yerine kendimiz kavga eder hale geldik. Fikirleri tartışmaya bir türlü gelemedik. Yüce Allah’ın “Sen onlara sırf Allah’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”[1]ayetini okuduk ama hayatımıza tatbik edemedik. Oysa sözlerin tesirli olabilmesi ve gönüllerde yer edebilmesi için kalpten gelmesi gerekir. Bağırarak söylenen ifadeler bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkacağını unutmamak gerekir.
Bakınız insana ve topluma yaklaşım bakımından Lokman Suresi çok güzel bir örnektir. Özellikle 16-19. ayetlerde nezaketi, şefkati, toplumsal ilişkilerdeki hassas denge, Lokman ağzından bir baba diliyle, sorumlu kişi nezaketiyle anlatılır. Sadece bağırarak ürünün çirkinliğini gizleyip güzel gösteren veya haklı çıkmaya çalışanlara şu uyarıyı yapar; ‘yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır’. İster pazarda ister toplumsal ilişkilerde, sosyal medyada bağırmanın insana yakışmadığını belirten ayet de çok çarpıcıdır: “Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.” Kur’an’ı hakkıyla okuyup yaşamımıza aksettirmediğimiz için insani ilişkilerimiz, daima zayıf ve problemli olacaktır.
Aslında büyüklerin küçüklere, güçlülerin güçsüzlere, zenginlerin fakirlere, yönetenlerin yönetilenlere yaptıkları baskılar, bağırmanın bir tezahürü değil midir? Oysa Kur’an-ı Kerîm’de Allah (c.c) ; Anne-babaya karşı “öf” bile demeyi yasaklarken[2], fakir-fukaraya, muhtaç ve mahrumlara verecek bir şey bulamıyorsan, “…hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle!”[3]nasihat ederken, kanadı kırık bir kuş gibi “himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabaya, yoksullara karşı güzel söz ve tatlı dille konuş”[4], buyurmasının hikmetini unutuyor muyuz?
Bugün etrafımızda bakan ama kendinden başkasını gör(e)meyen gözler, duyan ama kendinden başkasını dinlemeyen kulaklar, konuşan ama söylediği şeyi kastetmeyen diller, kendi azalarına yabancılaşmış kalpler var.
Pazarcıların ekmeğini kazanmak adına yaptıkları bağırışlar kadar bizim bağırmalarımız masumlaştığı zaman avazımız kadar bağırabiliriz. Önemli olan nerede ve ne için bağırdığımızdır. Yoksa elbette ki çok bağıranlar haklıdır anlamı çıkmaz. Kabadayılığa gerek yok. Anlamaya çalışalım yeterli.
Bağırmak mı, birbirimizi anlamaya çalışmak mı?
Karar sizin.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…
[1]Âl-i İmrân Suresi – 159 . Ayet
[2] İsra Suresi, 23.ayet
[3] İsra Suresi, 28.ayet
Mesaj güzel. Elinize sağlık. ilahı mesaj apaçıkken , toplumsal yaşam içerisinde çok bağıranın haklılığı gibi bir algı, kabullenme var. Bu durum kolay aşılası değil. Bu arada edebince bağırmanın ruhsal açıdan rahatlatıcı etkisinin olduğunu söyleyen psikoloklar var. Sağlıcakla …
Elinize sağlık hocam.
Geçenlerde, kanonik özelliğe sahip kitapları anlatan,Harold Blom’un Batının Kanonu isimli kitabını okurken, bu kitaplar içerisinde incil olduğu halde Kur’an- Kerim’in olmadığını gördüm. Shakespeare’den Tolstoy’a kadar bir sürü yazarın kitabı sıralanmış. Kur’an’ı, Shakespeare’in eserleri kadar ülkemizde ve yeryüzünde hakkıyla okunmadığı için emir ve nehiyleri etki oluşturmamaktadır, nihayetinde kitap da kanon olamamaktadır. Bakınız insana ve topluma yaklaşım bakımından Lokman Suresi çok güzel bir örnektir. Özellikle 16-19. ayetlerde nezaketi, şefkati, toplumsal ilişkilerdeki hassas denge, Lokman ağzından bir baba diliyle, sorumlu kişi nezaketiyle anlatılır. Sadece bağırarak ürünün çirkinliğini gizleyip güzel gösteren veya haklı çıkmaya çalışanlara şu uyarıyı yapar; ‘yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır’. İster pazarda ister toplumsal ilişkilerde, sosyal medyada bağırmanın insana yakışmadığını belirten ayet de çok çarpıcıdır: “Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.” Kur’an’ı hakkıyla okuyup yaşamımıza aksettirmediğimiz için insani ilişkilerimiz, daima zayıf ve problemli olacaktır.
Değerli başkanım emeğinize sağlık. Üretmeye ,düşündürmeye devam ediyorsunuz.
Başkanım güzel insan yazı harika ağzına nefesine sağlık. Ancak ince bir ayrıntı var toplum olarak o kadar özümüzden uzaklaştık ki ayetlerle desteklediğiniz yazı bize bir ihtar gibi. Neden mi çünkü bizim şuan yaşadığımız hayat Kur’an’a ve ahlaka o kadar aykırı ki düzeltelim diye mi yazdınız yoksa eskiden özümüz buydu mu demek istediniz bilemedim. Hangisi olursa olsun ortada bir gerçek var: Biz bugün hem özümüzden hem dinimizden uzak bir hayat yaşıyoruz. Allah bizleri hakiki birer mümin olarak kabul etsin inşallah. Okuduğunu hayata uygulayan inandığı inanç esaslarını yaşayan kullarından eylesin. Çok teşekkür ederim. Çok beğendim yazınızı.