Eğitimde performans ölçmek mümkün mü?

Ülkemizde sıkça konuşulan iki husustan birisi din, diğeri ise eğitimdir. Yüzeysel bilgilere sahip olanların bile yorum yaptığı bu iki hususun gündemden düşmemesinde elbette ki din görevlilerinin ve eğitimcilerin de payı vardır. Üstelik herhangi bir eğitim almadığımız halde eleştirdiğimiz konuların yanı sıra hiçbir fikrimiz olmadan her konuda da ahkâm kesmeyi hatta bazen de öldüresiye olumsuz eleştiri yapmayı çok severiz. Ancak özellikle eğitim hakkında eleştiri yapanlara “Çözüm nedir?” sorusunu sorduğumuzda da öneri neredeyse hiç gelmemektedir. Biz ülke olarak problemleri konuşmayı çok severiz ama çözüm üret(e)meyiz.
Şahsen kendimi de bu eleştirenler sınıfına dâhil ederek eğitimdeki iki önemli problemi dile getirmek istiyorum. Bunlardan birincisi öğretmenlerimizin performansı, bir diğeri de öğrencilerimizin okul sevgisi.
Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), her yıl eğitim fakültesi mezunlarına ve pedagojik formasyon almış kişilere Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) ve Alan sınavları yapmaktadır. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı da her alandan (branş), ihtiyacının 3 katı kadar öğretmen adayını sözlü mülakata almaktadır. Mülakatlar sonucunda bu arkadaşlarımız tercih yaparak puan üstünlüğüne göre öğretmen olarak atanmaktalar. Diğer öğretmen adayları ise bir sonraki atama dönemini bekleyerek tekrar aynı süreçlerden geçmek üzere hazırlık sürecine girmekte ya da bir özel öğretim kurumunda çalışmaya başlamaktadır. Deyim yerinde ise (Bunu tırnak içerisinde belirtmekte fayda var.) KPSS’de başarılı olanlar, MEB’in bir okuluna atanırken diğerleri ise özel öğretim kurumlarında çalışmaya başlamaktadır.
Resmi okullarda çalışma saatleri bellidir, özel öğretim kurumlarında ise resmi okullara nazaran çalışma saatleri çok daha fazladır. Özel öğretim kurumlarında görev yapan öğretmenler, (küçük bir kısmı hariç olmak üzere), resmi okullarda görev yapan öğretmenlere göre daha az özlük hakkına sahiptir. Ancak söz konusu öğretmenlerimiz, daha fazla çalışmasına ve daha az ücret almasına rağmen verimlilik açısından daha yüksek bir performans sergilemektedirler. Özel öğretim kurumları, performans ağırlıklı ve bir anlamda müşterisini memnun etmek maksadıyla öğretmenlerinden eğitim adına verim almak adına şartları zorlamaktadır.
Bu paradoksun sebepleri üzerinde ciddi şekilde durmak elzemdir. Bu soruna çözüm ürettiğimiz takdirde, ülkemizin eğitimi adına güzel sonuçlar alacağımıza dair hiçbir şüphem yoktur. Ülke olarak öğretmen kitlemiz açısından büyük avantajlara sahibiz. Her şeyden önce bunların başında genç ve dinamik bir eğitim kadrosuna sahip olmamız gelmektedir. Bir milyonu aşan eğitim ordusunun problemleri üzerine çözümler üretilmesiyle ve öğretmenlerimizin motivasyonlarının yükseltilmesiyle çok güzel sonuçlar elde edeceğimize hep birlikte şahitlik edilecektir. Ancak eğitimin en büyük dezavantajı ise alınan kararların sonuçlarının kısa zamanda görülememesidir. Bu sebepledir ki eğitim açısından sabırlı olmak başarının anahtarı olacaktır. Bunun için samimi duygularla devletin/hükümetin ve eğitim camiamızın gerektiğinde tavizler vererek insan kaynakları stratejilerini tekrar gözden geçirmesi gerekmektedir.
Eğitim alanında performans belirlemenin oldukça zor olduğu genel olarak kabul görmektedir. Ancak performansı yüksek olan personel ile performansı düşük olan personelin (bir anlamda çalışan ile çalışmayan) ayırt edilmesi de bu ülkeye yapılacak en güzel katkılardan biri olacaktır. Performansı yüksek olan personel, ödüllendirilmediği takdirde mutsuz olacak ve bir süre sonra da bu durumdan rahatsızlık duymaya başlayacaktır. Bu durumun süreklilik arz etmesi durumunda da çalışanlarda iş tatminsizliği, kurum körlüğü, iş gevşetme gibi olumsuzluklarla karşı karşıya kalınacaktır.
“Öğretmen performansını, özel okul- resmi okul açısından değerlendirmek gerekli midir?” Yoksa “Özel öğretim kurumlarında velilerin daha ilgili olması ve verdikleri ücretin takibini yapmaları performansı yükseltmekte midir?”, “Velilerin verdikleri ücretin karşılığını beklemek adına yapılan baskıların sonucu mudur?” gibi sorularla performans yüksekliğine cevap bulunabilir mi? Ya da maalesef toplumda da yerleşmiş olan devlet memuru anlayışının sonucu mudur? Şeklindeki soruları çoğaltmak mümkündür.
Her iki tarafın da olumsuz yansımaları vardır. Bununla birlikte resmi okullarımızda görev yapan nitelikli öğretmen sayısı o kadar fazladır ki, onlar gerçekten büyük bir özveriyle görevlerini hakkını vererek yapmaktadır. Hatta öyle öğretmenlerimiz var ki çocukların anne babalarından daha çok öğrencilerle ilgilenmektedir. Ülkemizin en ücra köşelerinde dahi görev yapmaktan imtina etmeyen öğretmenlerimizin aslında öyle matah beklentileri de yoktur. Resmi okullarımızda performans ile ilgili en önemli beklenti/problem çalışan ile çalışmayan arasında bir fark olmayışıdır. Bunun üzerine çalışılmasıyla tatlı bir rekabet ve bunun sonucunda da eğitim adına güzel şeyler üretilecektir.
Her ne olursa olsun mevcut anlayışı bir an önce terk ederek; öğrenci merkezli, çalışan, sorumluluk sahibi öğretmenleri mutlu edebileceğimiz sistemleri kurgulamamız gerekmektedir. Zira bu zamanda bu öğretmenlerimize daha çok ihtiyacımız var.
Cümlemin başında eğitimdeki iki önemli problemi dile getirmek istiyorum demiştim. Öğretmenlerin performansı kısmına bu yazımda bir nebze de olsa değindim.
Çok güzel bir yazı… Bence de bizi biz yapan değerlerle bu mümkün olabilir başkanım. Sistemler bize ait olursa biz kendimizi daha iyi ifade eder daha mutlu oluruz. Saygılar