Eğitimin gücü var mı?
İlk görev yerim Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bir köydü. Güvenlik problemi olmasına rağmen huzurlu ve daha güzeli mutlu olarak bu köyde 4 yıl çalıştım. İlk göz ağrım olmasından mıdır bilemem ama unutmam mümkün değil. Aradan geçen 30 yılı aşkın süredir halen o çocuklarımla görüşürüm.
Sürekli burada kalacak değildim ya… Dört yılın sonunda kendi memleketime tayin istedim. İlk görev yerimde biriktirdiğim puanlar sayesinde il emrine atamamız gerçekleşti. Kendi ilçeme bağlı bir köye verilmem hususunda bir dilekçe İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe verdim. Dilekçem doğrultusunda Sungurlu’nun bir köyüne atamam yapıldı.
Güzel şirin bir köydü. İç Anadolu’nun yeşilliğinin az olmasına karşın orman içerisinde bir köydü. Köyde kalmıyor, her gün kendi aracımla 4 öğretmen arkadaşla birlikte Sungurlu’dan köye geliş gidiş yapıyordum. Müstakil bir okuldu. Köydeki ikinci yılımın Eylül ayında Okul Müdürümüzün tayini çıkmıştı. Müdür atanana kadar vekâleten müdürlüğe bakıyordum.
Büyük bir köy olmasına rağmen okulun ısınması sobalarla yapılıyordu. Orman köyü olmasından dolayı yakıt olarak da meşe odunları kullanılıyordu. Havanın soğuması ile birlikte sobalar hazırlanmaya başlamıştı. Daha önceki yıllarda her öğrenci okula gelirken ellerinde belli büyüklükte odun getirmeleri isteniyordu. Öğrencilerin getirdikleri odunlar o gün için çocuğun sınıfında kullanılıyor ertesi gün yine odun getiriyorlardı.
Müdürlüğe vekâlet ettiğim sürenin başlarında öğrencilerin okula girişleri, ne halde geldiklerini bir süre izledim. O zavallı çocuklar havanın da iyice soğumasıyla birlikte bir ellerinde kara karışmış odun, diğer ellerinde çantaları ile okula geliyorlardı. Daha küçük yaşlardaki çocuklar için bu durum çok daha zor oluyordu. O küçücük yavrular, üstlerindeki karlardan anlaşılacağı üzere belki de düşe kalka elleriyle buz kesilmiş odunları tutarak okul yolunu tutuyorlardı.
Bir süredir izlediğim bu fotoğraf beni çok üzüyordu. Buna bir çare bulmam gerekiyordu. Hemen köy muhtarını bir çay içmeye davet ettim. Ertesi gün muhtar geldi. Kısa bir muhabbetten sonra izlenimleri anlattım. Kendisine konu ile ilgili bir çözüm önerdim. Çocukların her gün ellerinde bir odunla gelmek yerine kış boyunca yetecek kadar traktörle okula getirmelerin önerdim. Böylelikle bu çocuklarımız her gün odun taşımaktan kurtulacaklardı. Bizler de her gün bu işin takibini yapmayacaktık. Ama aldığım cevap beni çok şaşırtmıştı. Muhtar bunu yapamayacağını köylüleri bu konuda ikna edemeyeceğini söylüyordu. Çocukların durumlarına üzülüyordum ama bir şey yapamamak beni daha çok üzüyordu.
Muhtarla görüşmemizden birkaç gün geçmişti. Kış etkisini daha da artırmıştı. Yine bir gün okulun hemen alt tarafında geçen yolda yürürken 4 ya da 5 traktör dolusu odunların taşındığını gördüm. Çok sevinmiştim. Galiba muhtar köylüleri ikna etti dedim içimden. Ama bir süre sonra yine hüsrana uğradım. Traktörler okul yoluna girmeyip devam ettiler. Şok olmuştum. Hayal kırıklığını atlatır atlamaz hemen muhtarın yanına gittim. Az önce traktörlerin odun taşıdığını ama okula getirmediklerini söyledim. Muhtar bir süre sessiz kaldı. Sonra;
-Hocam o traktörler komşu köydeki karakola götürüyorlar, dedi.
İyice şaşırmıştım. Oraya neden götürdüklerini sorgulamıyordum. Onlar bizim güvenlik görevlilerimizdi. Elbette ki onların da ihtiyacı vardı. Ama orman köyü olmasına rağmen neden kendi çocukları için okulda kullanacağımız odunları kendi okullarına da getirmiyorlardı. Soğukla birlikte o küçücük çocukların elleri, odunu tuttukça buza yapıştıklarını bu veliler hiç mi görmüyorlardı? Vicdanları hiç mi sızlamıyordu?
Elbette onlar da görüyor ve biliyorlardı ve elbetteki onlar da bir anne babaydı ama bir yere kadar.
Bu durum, eğitimcilerin zorlayıcı bir gücü olmamasının mı yoksa eğitme bakış açımızın bir sonucu muydu? Belki de ülkemizin temel problemi bu.
Ne zaman bu ülkede eğitim öncelikli meselemiz olur, işte o zaman bu güzel ülkemiz istenen medeniyet seviyesine ulaşacaktır. Gücün eğitimde olduğunu anlamamız gerekiyor. Eğitime önem veren ülkelerin dünyaya hükmettiklerini anladığımız zaman bir çok problemi de kendiliğinden aştığımızı göreceğiz.
Ama hemen şimdi ve gecikmeden yapmalıyız.
Başkanım çok doru söylüyorsunuz… Kaleminize sağlık…Eğitimin öncelikli mesele olmadığını, olmayacağını ve hatta hiç olamayacağını tecrübe etmeseydik keşke…
Göreve başladığım ilk yıllarda bir velimiz ile olan diyaloğu hatırlattı yazınız. “Benim oğlum bir gün okula gitmeyip dağdan, bir eşek yükü odun getirse benim için daha iyidir.” diyen velimiz bir kaç sene sonra; “yeter ki çocuklarım okusun” demişti. Yetişkinleri yetiştirmek, alışkanlıkları değiştirmek zor olsa da yılmadan, usanmadan bize düşen görevleri yerine getirmenin gayretinde olmamız lazım.
Belki de o günler daha iyi idi. İnsanın emek verdiği kıymetli oluyor. Şimdi emek vermeden her istediklerine erişim sağlayabilen yeni neslin öğrenme konusundaki yetersizlikleri, isteksizlikleri belki de emek vermeden her şeyin önlerine hazır getirilmesinden kaynaklanıyor zannımca.
Çözüm odaklı bakış açınız bizce zaten bilinmekte ve takdir edilmekte. Ancak düşünüyorum da heşeyi (kitabı, defteri VS) devletten, başkalarından bekleyen ve yere düşen kalemini, silgisini almayı düşünemeyen /kıymet bilmeyen yeni nesli gördükçe acaba diyorum”cocuklar ısnacağı odunu elleriyle mi taşısalardı”.
İnsanlar ancak güce itaat eder. İlmin ve alimin gücü silahın gücünün üstünde olmaz. Hiç olmamıştır zaten. İsmet Özelin dediği gibi “Silahsız güç güç değildir” Ne kadar acıda olsa hakikat budur.
Kırsal kesimde eğitim, ekonomik koşullara bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Şöyle ki tarımsal alanların yoğun olduğu bölgeler ve ticaretin özellikle de sınır ticaretin yoğun olduğu ve kısa sürede zenginleşme temayülünün olduğu kesimlerde eğitim geri planda kalmaktadır. Aksine, zorlu koşulların hüküm sürdüğü ve ekonomik girdinin olmadığı yerlerde eğitim birincil öncelik olarak varlığını sürdürmektedir. Bu bakımından örnekler çoktur..(Doğubayazıt ve Diyadin örneklemi ) Esas görev şu olmalıdır. Ekonomik ve sosyal koşullar ne olursa olsun birincil görev eğitimin ve buna bağlı öğretimin her daim dinamik, sürdürülebilir kılınmasıdır. Bu bakımından bir İran filmi olan ‘Kara Tahta’ böyle bir sosyal olguya güzel bir örnektir. Ama ne olursa olsun şahsınızın örneğinde somutlaşan öğretmenler ile bu makus talih sona erecektir. Eğitim politikaları ile yeter ki bu örnek şahsiyetleri çoğaltalım; gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Eğitim en önemli ülke meselesidir. çok yol kat ettik elbette ama yine de yapılacak çok iş gideceğimiz çok yolumuz var. Emeğinize sağlık başkanım.
Kılıcı kaleminden keskin toplumlarda görülen bir hastalık
Bizler ısınacağımız odunu da, kermeyi de koltuklarımızda taşıyarak okula gittik, okuduk. Okulunda sicaginda , sogugunda kıymetini bildik. Devlet malına zarar vermedik. Simdi bakiyorum geriye hepimiz sorumluluk sahibi bireyler olmuşuz. Evet. Emek olmadan hic bir şeyin kiymeti olmuyor. Bunun için ez cümle velilerimiz ellerini ceplerine sokmalı ki çocugu da kıymet bilmeyi ilk öğretmeni olarak öğretsin.
Her şeyi mutlak bir bedeli olmalı. Emek verilmeden alınan hizmetin değeri olmuyor. Bekir hocanın da dediği gibi kılıç kalemden keskin olunca da eğitimin kıymeti olmuyor.
Korku sevgiden daha güdüleyici herhalde.
Biz öğretmenler ne zaman kendimize çekidüzen verirsek, gerçekten eğitime gereken önemi verirsek, topluma model olursak o zaman toplumda eğitime önem verecektir. Rol model olmak önemli diye düşünüyorum. Ama bunu bir kaç kişiyle de olması biraz zor.
Eğitim sokaktaki adam için çocuğu okula başladığında önemli hale geliyor ve bu önem çocuk ulusal bir sınav marifetiyle bir üst eğitim kurumuna geçerken zirve yapıyor. Karar vericiler için de sanki aynısı geçerli gibi görünüyor maalesef.