Gün yüzü görmemiş protokol kuralı

Türk Dil Kurumu’nda protokol;
– Bir toplantı, oturum veya soruşturma sonunda imzalanan belge
– Diplomatlıkta, devletlerarasındaki ilişkilerde geçen yazışmalarda, resmî törenlerde, devlet başkanları ile onların temsilcileri arasındaki görüşmelerde uygulanan kurallar olarak tanımlanır.
– Resmî ilişkilerde ve işlemlerde ciddiyet olarak tanımlanan protokol kelimesi özellikle üst düzey bürokratların sık karşılaştığı durumlardan birisidir. Aynı zamanda bu kurallara uyulmadığı zaman ciddi krizlerin çıktığına hepimiz şahit olmuşuzdur.
Uzun yıllar yöneticilik yapmamdan dolayı bu konuda epey tecrübe sahibi olduğum söylenebilir.
Ama yaşadığım bir olay var ki bugüne kadar hiçbir protokol kurallarında görmedim. Deyim yerinde ise gün yüzü görmemiş protokol olarak da tanımlanabilir.
Adettendir göreve yeni başlayan bir kişiye hayırlı olsun denir, genelde bu kişiye çiçek gönderilir. Çiçek geldiğini gören kişi çiçek gönderenin en kısa zamanda kendisini hayırlı olsun demek makamda ziyarete geleceği bilir. Bu aynı zamanda bir kibarlık ve nezaket göstergesidir.
İl Milli Eğitim Müdürü olarak atandığım ilk günlerde oldukça yoğun bir şekilde hayırlı olsun trafiği yaşadım. Bizzat ziyaret edenler olduğu gibi nezaket gösterip çiçek gönderenler de oldu. Gönderilen çiçeklerden bir tanesi de görev yaptığım o ilin rektöründen geldi. Usuldendir, çiçek gönderildi ise kısa bir zaman içerisinde çiçeği gönderecek kişi sizi ziyarete gelecektir. Ben de öyle düşündüm. Ama yanılmışım.
Aradan günler geçmesine rağmen ziyaretime gelmemişti. Gelmemesinin sebebini merak etmiyor değildim ama saygısızlık yapmamak adına da neden gelmediği konusunda da bir araştırma yapmadım. Aradan aylar geçmişti. Üniversite ile bir konuda işbirliği yapmak amacıyla rektörden randevu talep ettim. Randevu talebimize fazla gecikme olmadan olumlu cevap verildi. Randevunun verildiği tarihte üniversiteye gittim. Rektörün makamına girmeden önce, rektörün özel kalemi ile odasında bir süre sohbet ettim. Sohbet sırasında;
-Rektör bey bana ilk göreve başladığım günlerde çiçek gönderdi. Çiçek göndermesi bir tarafa halen hayırlı olsun demeye gelmedi, dedim.
-Müdür bey, dedi. Rektör bey protokolde en üstlerdedir. Çiçek gönderdi doğru ama çiçek gönderdikten sonra sizin ziyaret etmeniz daha sonra rektör beyin sizi makamında ziyaret etmesi protokol gereğidir, demişti.
Şaşırmıştım. Hiç böyle bir protokol kuralı duymamıştım da görmemiştim de. Hem öyle olsa bile ilin valisi, vali yardımcıları, belediye başkanı hatta milletvekilleri bile hayırlı olsun ziyaretinde bulunmuşlardı. Acaba bu söylenen protokol kuralını ben mi bilmiyordum? Yoksa diğer taraf mı bilmiyordu?
Benden çok daha kıdemli ve protokol konusunda tecrübeli olan büyüklerime bu konuyu sordum. Hiçbirisi böyle bir protokol kuralı duymadıklarını söylediler.
Artık emindim ki; böyle bir protokol kuralının olmadığını rektör de biliyordu. İşin daha traji komik tarafı; Rektörün bildiğini sandığı bu protokol kuralı aslında olmayan bir kural olduğunu da bilmeleriydi. Bu kural aslında bazı kimselerin elinde üniversitelerin nasıl yönetildiğinin açık göstergesi idi. Bu belki de o şahsın kibirli hali idi.
İlim irfan yuvası olması gereken, bilimsel özerkliği olan, bilim ve teknolojinin üretildiğini varsaydığımız üniversite nelerle uğraşıyor? Bu anlamsız bir protokol hastalığı diye düşünmeye başladım… Kafam bir yığın soru ile meşgul iken bir arkadaşım bir video paylaştı internet ortamında ve altında şu cümle yazılıydı. “Bilim ego’nun bittiği yerde başlar…” Tamam dedim… İşte, kafamdaki soruların bütün cevaplarını bulmuştum bu cümlede. Hemen açtım ve dikkatlice izledim. Bakın, ABD-NASA’da çalışan Neva Çifçioğlu Banes o videoda neler söylüyor, neler anlatıyor?
TEDx konuşmalarında, seyircilere bir soru sorarak sunumuna başlayan Neva Çifçioğlu; üniversite ve bilim dünyasında “Ego”ların çarpışmasını kendi hayatından örneklerle anlatıyor. Ve Neva Çifçioğlu önce ego’yu şu cümlelerle tanımlıyor.
”Ego kendini dev aynasında görmektir.”
“Ego çok az bilip çok bildiğini sanmaktır.”
“Ego kişinin kendi kendisini kral ilan etmesidir.”
“Ego yabani tohuma benzer, bahçelerde bulunan yabani ayrık otu gibidir. Onu zamanında ayıklamazsanız bütün bahçeyi sarar ve sebze-bostan alamazsınız.” diyor ve ardından kendi ego’sundan nasıl kurtulduğunu anlatıyor.
-NASA’dan çalışma teklifi gelince içimdeki ego tavan yapmıştı adeta… NASA’nın çalışma teklifini heyecanla kabul eden Neva Hanım’a NASA’da bir oda tahsis ediliyor ve odanın kapısına sadece ismini yazıyorlar… Bunu gören Neva Hanım küplere biniyor. Niçin akademik titrim (Doç. Dr. Neva…) ismimin önüne yazılmadı? Bu unvanları biz kolay mı elde ettik… filan diye söyleniyor. Araya girenler NASA’da hiç kimsenin unvan kullanmadığını, unvanların eşyalarda olduğu gibi “birer kenar süsü” olduğunu filan söylüyorlar… Bunu duyunca Neva Hanım biraz utanıyor ve “ego” konusundaki ilk dersini alıyor.
İkincisi de; NASA’da yine çok önemli bir buluş gerçekleştiriyorlar. Projede ağırlıklı Neva Hanımın çalışması ve katkısı söz konusu… Üstelik çalışmanın raporunu da Neva Hanım yazıyor. Daha sonra çalışmada yer alan personelin isimleri yazılırken bu sefer öncelik, sonralık tartışmasını gündeme getiriyor Neva Hanım ekipte… Bu tartışma yapılırken üzerine NASA emektarlarından ve önde gelenlerinden bir hocaları geliyor salona. Hoca;
-Nedir konu, neyi tartışıyorsunuz? deyince, Neva Hanım,
-Hocam çalışmanın ağırlıklı yükü benim üzerimde, raporunu da ben yazdım, benim ismim öne yazılması gerekmez mi? Haksız mıyım hocam? diyor.
Bunun üzerine Hocası, bu durumdan hoşlanmadığını hissettiren bir yüz ifadesi ile hiçbir şey söylemeden odadan çıkıyor. Neva Hanım Hoca’nın bu tepkisi(zliği) karşısında şaşırıyor. Orada bulunanlardan birisi Hoca’nın niçin böyle davrandığını açıklıyor ve diyor ki:
-Hoca’mızın burada onlarca buluşu var. Ne buluşlarının ne de uluslararası yayınlarının altında Hoca’nın ismi bulunmamaktadır. Bütün buluşlarını Hoca kuruma bağışladı.
Bunun üzerine Neva Hanım,
-Peki, CV’sinde bunlara ihtiyaç olur. Niçin ismini yazmıyor ki? dediğinde,
-Onu herkes tanır. Buna ihtiyacı yok ki… Bunun üzerine Neva Hanım bir kez daha içinde yaşattığı ve büyüttüğü EGO’sunun mahcubiyetini yaşadığını söylüyor… Ve ardından o çarpıcı cümleyi kuruyor;
-Ego’nun bittiği yerde ilim başlar…
O zaman yukarıdaki rektörün davranışı karşısında, ister istemez protokol sırasını önemseyen bu gibi üniversitelerde ilim namına bir çalışma yapılmıyor, yargısında bulunuyorsunuz…
Atalarımız ne güzel söylemişler; “Kuyudaki kurbağa gökyüzünü kuyudan görebildiği büyüklükte sanırmış.”
Üniversite Rektörünün böyle bir protokol uygulaması ile ilgili böyle bir uygulama olup olmadığı sorusunun cevabını ben bulamadım. Sanırım siz de bu saçma sorunun cevabını, yukarıda NASA’da çalışan Neva Hanımın anlatımı bağlamında bulmuşsunuzdur.
Bir tarafta insanın DNA’sının sarmalında dolaşan, uzayın fethine çıkan gelişmiş dünya üniversiteleri, diğer tarafta anlamsız bir protokol kuralına takılmak.
Kendilerinin tanıtımı yapılırken önlerindeki akademik unvanları söylenmediği için olmadık kavgalar çıkaran, kibirlerinden vazgeçemeyen akademisyenlerle bir adım dahi ilerlememiz mümkün olmayacaktır velhasıl…
İlim dünyasında, ego’ları gömecek mezarcı aranıyor desek, haksız mıyız acaba?
İnsan kainatta eşref-i mahlukat ya da esfeli safilin olur. Ego enaniyet kibir vb kötü hasletlerden ayrıldığımız süre insan hatta eşref-i mahlukat oluruz. Yoksa iş kötü. Yüreğinize saglık.
Yazınızda bu ve buna benzer birçok olayı maalesef okuyor duyuyor ya da şahit oluyoruz. Ben merkezli bir toplumdan biz merkezli bir anlayışa çevrilmemiz yine ve sadece eğitim yolu ile olur. Yazınız birçok insani anahtarları hatırlatıyor başkanım. Teşekkür ederiz.
Üstat esasen var olan ve bir türlü vazgeçemediğimiz özellikleri anlatmış zahmet etmişsiniz.. keşke yazmadan bizden de görüş alsaydınız. Türkiye sınırları içinde iki farklı alanda doktora yapmayı YÖK müsaade etmiyor. Eskiden bir ara müsaade etmiş. Şimdi iki farklı alanda doktora yapan kişinin titrini nedir biliyor musunuz ?? Prof. Dr. Dr. Ali …… Biz yazı yazarken bu ikinci “Dr” titrinini unutmuşuz diye ne fırçalar yedik. Fırça yiye yiye adeta bembeyaz olduk. Artık unutmuyoruz. Size daha da ilginç bir olay anlatacağım bazı üniversitelerde şube müdürü ile görüşmek için kapısındaki sekreterin randevunuz var mı diye sorduğu yoksa nasıl fircaladığini biliyoruz. Devlet sen özerksin der ve başı boş bırakırsa Nasreddin hoca gibi bir fil yetmez bir fil daha ver diye yalvarır oluyoruz. Denetimler sadece Sayıştay tarafından ekonomik konular ile sınırlı gerisi kim kime dum duma hele rektör ve onun adamlarından birine ilişti iseniz Allah sonunuzu hayır etsin demekten başka bir şey gelmiyor. Yazınız çok değerli ancak henüz istedik bir şiddet doğurmayacağı kesin. Yine de Allah razı olsun. Güzel bir aşama… Selametle
Ben yerine Kur’anda biz diyen Rabb’e hamdolsun
Makam, mevki, menasıp geçici olan mesguliyet vasıtalarıdır. Esas olan bireyin o konumda iken fiiliyatıdır. Kendine ve insanlığa kattığı kalite, değer ve erdemlerdir. Kişiyi mevkide kalıcı kılan bunlardır. Gerisi kuma yazılmış ve hafif bir meltem esintisi ile uçup giden yazılardır. Bunu tekrar bize hatırlattığınız çok teşekkür ederim.
Egoları gömecek mezarcı var da,üzerini örtecek kürekçiler toprakla kapatacaklar yok çünki herkes ordan maddi manevi yararlanacaklar olduğu için boyun büküp ses çıkarmıyoruz..Inşaallah bu yazılarla egolarımızı çıkamıyacak sekilde gömeriz…..
Ne desem bilemedim şimdi. neyse ben yine de bir şey söylemeyeyim. Kalemine yüreğine sağlık üstadım.
Bir gün er kişi niyetine toprağa verilir nice generaller ve nice profları….
Hocam çok güzel açıklamışsınız inşallah gruptaki hemşehrilerimde bu yazıyı rehber alır diye düşünüyorum. Tebrik ederim
Kalemine sağlık. İnşallah her şey düzelir çok gördük Hocam böylelerini. Makam unvan emekli olunca selam veren olmaz. İlim için çalışmak ego yenmek mütevazi olmak tek çaremiz. Selamlar
Kamuya hizmet için kurulan yapılar iş bilmez ve memlekete dair derdi olmayan bürokratların kendi habitatları içerisinde ilan ettikleri özerklikleri ile gırtlaklarına kadar kibre ve evraka boğuldukları mekanlara dönüşmüştür. Arada sizin gibi derdi olan bürokratlarda onlara dert olmuştur başkanım.