Takım tutmuyoruz

Kalesinde 7 gol görse, yıllarca şampiyon olmasa, aldığı maçı son dakika golüyle verse, ayak oyunları ve hakemler eliyle linç edilse de… Üzülür, kızar ve “tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok” misali bir miktar da küseriz. Fakat tuttuğumuz takımı değiştirmez, hatta değiştirmeyi düşünmeyiz bile.
Mevzumuz kimin takımını hangi kuvvette tuttuğu değil elbet. Fikirler, görüş ve düşünceler, takım tutma gibi değildir. Zaman ve şartlara göre gelişim ve değişim gösterebilir. Meşhur “dün dündür, bugün bugün.” fırıldaklığı değildir kastettiğim. Dün, bugün ve yarın üçlemesi, içinde bulunulan güne göre farklı günlerin sıfatı olması yanında zaman olarak hep aynıdır. Yani;
Dün; geçmişi, yapılanları ve yapılamayanları ile bitmişi, arkada kalmış, tükenmiş olanı,
Yarın; henüz elde olmayan, hayal, gelmesi muhtemel, ileride olanı,
Elde kalan ise bugün; yani yapılacak şeylerin yapılabileceği, dünden alınan derslerin, doğruların daha çok yapılacağı, yanlışlardan vazgeçileceği, yarın için hazırlık yapılacağı, yaşanılan anı,…
ifade eder. Görüldüğü gibi zamanın en kıymetlisinin bugün olduğu, bugünün de dünün yarını, yarının da dünü olduğunu unutmadan yaşamak gerek.
İnsanın fikri duruşu, bakışı, bir karakteri, omurgası olmalıdır. Muhakkak ki karakter oluşumunda başka başka şartların etkisi sayılabilmekle beraber iyi bilelim ki: “Her insan kendi karakterinin mimarıdır.” Karakterimizi iyi inşa etmeli, doğru ve güzel sayılacak fikir ve davranışları karakter hamurumuza bolca katmalıyız. Herkes aynı olmayacaktır. Kavak ağacı gibi dosdoğru, bir sırada, uzun boylu değildir bütün ağaçlar. Gölgesi daha serin ve geniş olan söğüt vardır, asırlara meydan okuyan, altında huzur bulduğunuz çınar vardır, saymakla bitiremeyeceğimiz faydası olan ormanlarımızın o güzelim ağaçları vardır…
Dün ile ifade ettiğimiz, hatta savunduğumuz fikre, saplantı halinde bağlı kalmadan değişen ve gelişen olay, zaman ve şartlara göre bugün daha yeni ve başka bir fikir ifade edebiliriz. Hatta yanlışlarımızı görmek, mükemmele yaklaşmak, dosdoğru olmak ve istikametimizi düzeltmek adına, dünkü kendimize bile muhalefet edebiliriz ki bu hal bizi daha özgün ve daha özgür kılabilir.
Çok değil, daha 80 yıl kadar önce 1943’te “Dünya piyasalarında bilgisayarlardan en fazla 5 tanesine yer olduğunu düşünüyorum.” diyen IBM başkanı Tomas J. Watson’un işaret ettiği bilgisayarlar bilmem kaç ton ağırlığında, koca, hantal ve sadece 4 işlem yapabilen makinalardı. Oysa bugün ceplerimizde ki telefonlarımızın çok da kullanmadığımız, küçük bir özelliğidir hesap makinası.
Eskiden Lise son sınıfta okuduğumuz “Milli Güvenlik” dersi vardı. Bu derse garnizonun en kıdemli subayı/komutanı girerdi. Ders öğretmenimiz Albay anlatmıştı:
“ABD silahlı kuvvetlerimize hibe olarak 5 adet askeri jeep vermişti. Bu jeepleri de kullanarak tatbikata gittik. 3 tanesini kamyon üzerinde getirdik. Arızalanan, bozulan parçaları ülkemizde araştırdık, yok. ABD’de üreticisine sorduk, her bir parça bir jeep bedeli…”
20 yıl öncesinde “İsrail’den şu kadar İHA (insansız hava aracı) aldık. Yaşasın, ne güzel…” deniyordu. Bize bir aracı satanlar da hibe edenler de kendilerine bağımlı olmamızı istemektedirler. Üzerine kafa yorup daha iyisini kendimiz yapmadıkça her fırsatta, ücretini ödemiş olsak bile “vermem bak, yoksa…” tehditlerine maruz kalmaktayız. “Kötü komşu, insanı mal sahibi yapar.” misali, ne güzel ki İsrail ile ilişkilerimiz bozuldu da biz İHA ve daha da geliştirerek SİHA (silahlı insansız hava aracı) yapar hatta satar olduk.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin dediği gibi:
Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağzım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…