Zorluklardan mutluluk çıkar mı?

Öğretmenlikle başlayan meslek hayatımda, eğitim yöneticiliğinin hemen hemen her kademesinde çalıştım. Kabul etmem gerekir ki öğretmenlik hayatımda aldığım hazzı, mutluluğu hiçbir eğitim kademesinde almadım/alamadım.
İlk görev yerim olan Batman Kozluk ilçesi Beybağı Köyü’nde 4 yıl görev yaptım. Terörün en yoğun olarak yaşandığı yıllar (1989-1993). İlçeye dahi araba bulmakta zorlandığımız, iletişimin hemen hiç olmadığı, TRT1’ in dahi zor çektiği, özel TV kanallarının yeni kurulmaya başladığı yıllar. Kış mevsiminin büyük kısmının elektriksiz yaşandığı geceler. Köyde suyun olmayışından kaynaklı yaklaşık 2 kilometre uzaktan taşıma su ile ihtiyacın giderildiği susuz günler, iki öğretmen ve 120 den aşağı düşmeyen öğrenci sayısı….
Ve daha nice olumsuzluklar.
Bayrağımın dalgalandığı her yer benimdir anlayışını, slogan olmaktan ziyade çevremdeki bazı insanların gitmemem, senin hayatından daha mı kıymetli? Sorusunu dikkate almadan, ailemin değil ama çevremin gitmem noktasında olumsuz görüşlerine rağmen gidip göreve başladığım yerler. Benim gitmediğim hiçbir yer, benim değildir anlayışının ötesinde; ben görevimi yapmazsam, illegal örgütler boşluğu dolduracaktır anlayışı içerisinde gittiğim yerlerdi buralar.
Tamamen öğrendiğim ve yaşadığım kültürden uzak bir hayat yaşayan insanlar. Tüm bu olumsuzlukları unutturan güzellikler. Her şey zıttı ile anlamlıdır ya. İşte öyle. Dört yıl görev yaptım burada. Dile kolay tam tamına dört yıl. Peki, ama beni dört yıl burada tutan ne idi? Oysa iki yılın sonunda tayin isteme hakkına sahiptim. İki yılın sonunda memleketime yakın, İç Anadolu’da bir vilayete/mecburi hizmet bölgesine tayin isteyebilirdim.
İstemedim. Çünkü mutluydum, çünkü tüm olumsuzluklara rağmen mutluydum. İşte bu yüzden burada dört yıl kaldım. Neden mi dört yılın sonunda ayrıldım. Artık evlenmiştim. J
Aslında olumsuzluklardan doğan mutsuzluklar sizi insanlara karşı daha çok yaklaştırabilir. Bu, azınlığın birbirlerine daha çok sahiplenmesi gibi bir durumdur. Böyle bir hisse kapılmama belki şartların zorluğu sebep olmuştur. Burada hayat hep böyle demek durumu kabullenmek anlamına gelir. Durumu kabullendiğiniz zaman birçok problemin kendiliğinden ortadan kaybolduğunu gördüm. Ben de bu duygularla yaşadım orada. Onlar gibi olmalıyım, onlar gibi düşünmeliyim ama onlardan bir farkım olmalı: Problemlerle boğuşurken çözüm de üretmeliyim. Daha ileriyi de görebilmeliyim, bu çocukları hayata da hazırlamalıyım. Zaten öğretmenlik de bu değil midir?
Büyük bir köy olmasına rağmen ilkokuldan sonra okuyan hiç kimsenin olmaması belki de sorumluluğumuzu artırıyordu.
Dört yıl boyunca; her gün ama istisnasız her gün kendi köy fırınlarında yaptıkları delikli ekmeği getiren bir köy halkı, her hafta sonu muhakkak bir köylünün evine misafir olmak ve misafir eden köylünün misafirperverliği, samimiyeti ve mutluluğu artıran sohbetler.
Davetlerine icabet etmediğiniz zaman kendilerine saygısızlık yapılmış olarak yorumlayan ince anlayış. En fakirinin dahi, evine misafir etmek için canhıraş davetleri, sonuçta fakir de olsa elindekinin en iyisini misafire verme gayreti.
Evine gelmiş misafiri başköşeye oturtması ve onun ağzından çıkan her kelimenin büyük bir saygı ile dinlenmesi. Sözleri dinlerken dışarıda bu sözlerin ne kadarını yerine getirdiğini de izleyen anlamlı ve samimi bakışlar. Bahsettiğim davranışlar doğuda ulaşımın dahi neredeyse mümkün olmadığı bir köyde yaşayanlarda gördüm.
Belki de günümüzde yap(a)madığımız şeyler. İşte o insanlar, bugünkü anlayışımıza göre cahildiler ama ariftiler. Fakirdiler ama misafirperverdiler. Size güvendikten sonra hayatlarını sizin için feda edebilirlerdi. Ve buna da bizzat şahit olmuşumdur.
Göreve başladığımızda ortaokula dahi giden bir öğrenci bile yokken oradan ayrıldığımızda onlarca öğrenciyi ortaokula göndermekten daha güzel ne olabilir?
Aradan 31 yıl geçmesine rağmen halen öğrencilerimin büyük bir kısmı ile irtibat halindeyim. Mühendis olanı da var, öğretmen olanı da var, imam olanı da var, memur olanı da esnaf olanı da var…
Başlıktaki sorumuza da cevap verelim. Zorluklardan mutluluk çıkmasının çok ötesinde; huzur, gönül rahatlığı, yıllar sonra karşınıza çıkacak güzel eserler çıkar.
Bu mutluluk değil de nedir?
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…
Ne güzel ifade etmişsiniz sayın başkanım, hakikaten öyle bir yaşam ve gaye vardı. Ben de aynı yıllarda aynı ilde görev yaptım ve gördüğüm sizin gördüğünüz ile örtüşmekte.
Değerli öğretmenim iyi ki o köye gelip yüreğimize dokundunuz. Siz hiç unutmadık unutmayacağız. Bugün sizin sayenizde öğretmenlik görevini yerine getirirken sizin cizginizde yürümeye çalışıyorum
Aradan 30 yıl geçmiş ama doğunun ücra yerleri hala aynı misafirperverliğini koruyor hocam. Geride bir eser bırakacak kadar uzun kalamasam da ben onlardan çok şey öğrendim. Emeğinize sağlık hocam.
Maşaallah. İhlas ve samimiyet.
Başkanım bizim insanımız kırsalda yine aynı , ama şehir hayatının koşuşturmasıııı !!!!!
Ancak varlık ve bolluk içinde yaşanacak bir hayatın mutlulukla dolu bir hayat olacağına inanan nesiller yetiştiriyoruz artık başkanım. Gerçek mutluluğun, kazandığımız gönüllerden geçtiği anlayışından uzaklaşıyoruz malesef.
Benzer duygularla görev yapmış olmak güzel bir duygu. Benzer şeyler yaşamış olmak. Anadolu insanı güvendimi, sevdiğini yüreğinde hissedersin. Yaşadım bu duyguyu. Yeterki anlasin ve anla. Hisset…
Yüreğine sağlık dostum. Anılarla depreştirdin. Varolasin . Sağlıcakla kal.
Allah razı olsun. Sizlerin yetiştirdiği çocuklar. O bölgeye ve Ülkemize hizmet edeceklerdir. Bu ülke sahip çıkmak böyle güzel hizmetlerle olur.
Anadolunun her bir köşesinin kendine has bir kucaklayıcılıgı, sıcaklığı var hakikaten. Bir Güneydoğu gezisinde buna yakinen tanık olmuştum. Nusaybin’den geçerken arabayla bir düğüne denk gelmiştik. Biraz korku biraz da merakla çekinerek yaklasip video kaydı alıyordum ki; düğün sahibi olduğunu tahmin ettiğim kişi bizi alıp mükellef bir sofranın baş köşesine oturtuverdi. 17 yıl geçti aradan ama hiçbir zaman unutamayacağım, on yargılarımın yıkıldığı gündür o gün.
Gönülden, içten, kalpten yapılan her iş anlamlı, kutsal ve saygıya layıktır değerli hocam. Gönüle dokunan işlerinizin artması niyazıyla…. Kalemine sağlık
Sayın Fatih Hocam
Ben Mehmet Ertuş’un torunu ,
Sizi yorumlamak haddimize değil lakin kaleminiz ve kişiliğiniz buralarda söz konusu adeta..
Sizin tarafınızdan hatırlanmak gurur verici.
O yıllarda şehirlerin pırıltısı, başta genç kadınlarımızın, daha sonra genç erkeklerimizin gönlünü çalmıştı. Gece karanlığında Ateşin böcekleri kendine cezbettiği gibi, şehirler bizleri içine çekiyordu. Doğup, büyüdüğümüz, içinde kendimizi bulduğumuz ocaklarımızı, yaldızlı hayallerimiz ve ümitlerimiz uğruna öbek öbek terk ediyor, boşaltıyorduk. Taşı toprağı altın olan yerlere maceralı yolculuğumuz başlıyordu…Nice gözü yaşlı ana,baba, dede,ebe,amca, yavukluları, sarı öküzü, mor sümbüllü bağları, kekik kokan dağları, keklik sesi gelen tepeleri, köyün girişinde salınan sıra sıra selvi kavakları, çok kalabalık geniş yer sofralarını, gaz lambası ışığında, soba yada ocak başında üç kuşak bir arada uzayıp giden huzur dolu sohbetleri,…geride bırakıp, bir tanıdığın, akrabamızın yanına yerleşerek hayata tutuşmuyorduk.
Bu macerada çook kurbanlar verdik…çok badireler atlattık. Çok acılar çektik. Halada veriyoruz.
Artık kaçınılmaz olan modernleşme sürecinin sonuna geldik. Bir muhasebenin eşiğindeyiz.
Ne istemiştik? Ne bulduk? Mutlumuyuz? Şehirler çoğumuz için hala pırıltılımı?
“Hadi gel köyümüze geri dönelim Fadimenin düğününde halay çekelim” desek. Köy hala yerinde mi? Sen senmisin? Bu mümkünmü? AYNI IRMAKTA İKİ DEFA YIKANILIRMI?
Başkanım Bu yazı ile bizi eski anılarımıza götürdün. O günler zordu ancak çok güzeldi emeğinize yüreğinize sağlık.
Keşke bugün de aynı samimiyeti ve değerleri koruyabilmek toplum olarak. Bu bilgi çağında daha güzel olurdu. Ama maalesef dünyalılaştık…
Güzel bir yazı başkanım.Rabim kaleminizi güçlü kılsın.