Problemim : Her şeyi biliyor olmam

Günümüz insanının en büyük problemlerinden biri her şeyi biliyor olmasıdır. Bir şeyi tam olarak bilmese de her şeyi biraz biliyor olmak gerçekten çok büyük bir problem halidir.
Hatırlarsınız belki yıllar önce bir Fenerbahçe – Galatasaray maçında Fenerbahçe Teknik direktörü Mustafa DENİZLİ’ye bir güvenlik görevlisi “Hocam Ali Güneş’i çıkar da Baliç’i al” diye taktik verdiği kameralara yansımıştı. Bu durum halimizin bir özetidir adeta.
Sağlıkla ilgili mevzuları, en yüksek puanları alarak girilen Tıp Fakültesinde en zorlu eğitimleri tamamlayarak üstüne akademik kariyer sahibi doktorlardan daha fazla biliyor değiliz. Öğretmenliği, Eğitim Fakültesinden mezun olup yıllarını öğrenci yetiştirmeye adamış bir eğitimciden daha biliyor değiliz. Örnekleri başka meslekler ile çoğaltmamız mümkün ancak mevzu anlaşıldı sanırım.
Eğitimine bakarak kimseyi küçük görmek haddimize değil elbet. Hangi eğitim kademesinde ne yaptığı çok da önemli olmayan biri çıkıp “öğretmen sınıfta şunları yapmalı, aslında şöyle demeli, böyle davranmamalı…” diye nasihat verir. Sesiyle işini yapan öğretmen yüksek ses tonu kullanıyor diye “çocuğumun psikolojisini bozdu” diyerek ilgili mercilere şikayet eder. Bu son durumda velinin doktor sıfatına büründüğü de başka bir garabet. Aynı karakter hasaneye gider doktora emir kipinde hitap eder, istediği olmayınca önüne gelene saldırır. Bunlar herkes tarafından bilinen akşam haberlerinin veya gazetelerin 3. sayfasının sıradan mevzularını oluşturmaktadır.
Toplum olarak çok şeyi bildiğimiz gerçeğini tekrar vurgulamalıyım. Her şey ile ilgili bir fikrimizin olduğunu da. İlaveten komplo teorisyenliği noktasında sınırları zorladığımız da başka bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Düşüncemizi destekleyecek –yalan yanlış- bir çok argüman bulmamız zor değil. Fikri temellerimizin sağlamlığının da bir önemi yoktur. Falan TV kanalı, haber programı, gazete, köşe yazarı, şu hoca, o komşu, kahvede konuşuyorlardı, şu dedi, demişler, … ‘e kadar uzayıp giden fikri temellerimiz mevcut.
Her şeyi bir futbol ya da parti tarafgirliği penceresinden (haliyle – kabullenmesek de – at gözlüğü ile) değerlendirir olduk. Bizim taraf hep haklı, mağdur edilmiş, hakkı yenmiş… diğerleri ise toptan bize karşı bir oluşum içinde.
Okuma özürlüsü olma yolunda hızlı adımlarla ilerlediğimiz gerçeğinin bir yansıması yukarıda sayılanlar. Din adına konuşan, dinin ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’ten haberdar değil. “bence şöyle olmalı…” deme cesaretinde. Ayet ve hadisin olduğu yerde bir müslümanın, içinde hiçbir sıkıntı olmaksızın teslim olması gerekmez miydi? Ayet ve Hadislerin bir çoğu her seviyede anlaşılabilir açıklıktadır. “Hayır, rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa Suresi 65) Bu ayet herkes tarafından anlaşılabilir değil mi, herkese hitap etmiyor mu?
Hakkı ve doğruyu görebilmek, kabullenebilmek büyük bir erdemdir. Doğrularla beraber olmak, sözün doğrusunu söylemek… hepimiz için farz olan bir emir değil mi? Aklımız ve kalbimizce doğru olanı görüp idrak ettiğimiz halde bu kadar “ama, ancak” niye?
Her şeyi biraz bilmek yerine, bir şeyi tam bilsek daha faydalı olmaz mı? Her şeye muhalefet etmek yerine doğruları kabullenmek güç israfından kurtarmaz mı?
“Geçmişimizde ne çok travma yaşamışız ki karşımızdakinin aldatan, kandıran, yalan söyleyen biri olacağı için teyakkuzda gibiyiz.” diye karalama aşamasında yazmıştım ama Thodex (kripto paraların alım-satımına aracılık eden Türkiye’nin ilk global kriptopara borsası) gündemin ilk sırasına bir yeni travma olarak oturdu. Dönemin İSKİ skandalı “İstanbul’un bütün kanalizasyonları patlasa bu kadar koku çıkmazdı.” denmesine sebep olmuştu. Batık bankalar, Uzanlar ve Tosuncuk derken Thodex yeni mağduriyetlerin adresi oluverdi.
Bedava peynirin yalnızca fare kapanında olduğu gerçeğinden uzaklaşıp deveyi yardan atlatan bir tutam ot misaline yaklaşarak az koyup çooook alma hayali, aç gözlülüğün zirve yaptığı ve birilerinin de çeşitli argümanlarla insanların tamahkarlığını körüklediği … aklıma Mithat Cemal KUNTAY’ın muazzam beytini getiriyor:
Elbet put olur, öpülen eller, etekler.
Elbet öpen oldukça, olur öptürecekler.
Fikirlerimizi sağlam temellere oturtmadığımız için birileri emeğimizi sömürmeye, ekmeğimizi almaya çalışacaktır. İnsan çok şey bilmeyebilir, bir bilene danışır. At gözlüğünü çıkararak bakış açısını genişletip kendi işi ile ilgili şeyleri ve haddini bilmesi ise herkeste mutlaka olması gereken bir haslettir.