Doğrusunu İsterseniz

Yazımızı sesli olarak da dinleyebilirsiniz
İnsanlar kelimeleri, cümleleri ile duruş ve tavırları ile ne olup olmadıklarını izah ederler. Kullanılan kelimeler bu yüzden büyük önem taşır. Nereye gideceğini ve neyi ifade ettiğini bilmediğimiz söz öbeklerini kullanmak iki paralık edebilir karakterimizi. Dilimizi doğru ve güzel kullanmak hususunda her zaman hassasiyet gerekir. Yakın zamanda çokça duymaya başladığım ve manasının beni çok rahatsız ettiği bir söz dizisi var: “Doğrusunu isterseniz…”
Doğrular ve yanlışlar o kadar çok iç içe geçmiş ki hayatımızda, hangisinin ne olduğunu anlamak marifet ister durumdadır. Sözümüzde yalancılık, davranışlarımızda bir sahtekârlık, yüzümüzde bir maske ile nereye gidiyoruz?
Dünya ebedi yurdumuzmuş gibi burası için çalışıyor ve esas yurdumuz olan ahireti yok sayıyoruz adeta. Cenneti burada kurabilmek ve yaşayabilmek için büyük bir çaba içindeyiz. Harcama limitlerimizin zorlanması da bu çabaya yönelik eylemlerimizdendir. Oysa âlemlere rahmet olarak gönderilen o elçi, “dünya müminin zindanı, kâfirin cenneti” demişti.
Tam bu sırada Belh Hükümdarı İbrahim Ethem’in hikâyesini hatırlatmak isterim:
Bir gece yarısıydı. İbrahim bin Ethem, tahtının üzerinde uyuyakalmış olarak yatmaktaydı. Birden sarayının damında müthiş bir gürültü ve patırtı çıktı. Yüksek sesle bağrışıp çağrışmalar gittikçe çoğaldı ve en-nihâyet sultânı uyandırdı.
Sultan İbrahim bin Ethem, hızla yerinden doğrularak dama doğru haykırdı:
- Kim var orada? Gecenin bu saatinde damda ne yapıyorsunuz?
Derinden bir cevap geldi:
- Kaybolan devemizi arıyoruz sultanım!
İbrahim bin Ethem hiddetle seslendi:
- Damda deve aranır mı bre ahmaklar?
Bu seferki cevap çok mânidar ve irşad niteliğindeydi:
- Ey İbrahim bin Ethem! Sen damda deve aranmayacağını biliyorsun da, sırtındaki ipekli elbiseler, başındaki tâc, elindeki kırbaç, oturduğun taht ve kuş tüyünden yatağında Hakk’ı arayıp bulamayacağını bilmiyor musun?
…
Değerlerimizi tersyüz etme konusundaki maharetimizden huzur ve mutluluğun formülü de nasibini almıştır. Formül çok basit: Maddi açıdan kendimizden alttakilere, manevi açıdan üsttekilere bakacaktık. Komşu koltuklarını değiştirmiş, halılarını yenilemiş, arabası daha modelli, gibi uzayıp giden yeni istekleri haklı gösteren sebeplere reklamların cazibesi de eklenince kapitalizme kulluk başlıyor. Olmayan parayı harcayıp sonrasında kredi ve faiz borçları ilaveten limitini doldurulan kredi kartları ocaklara incir ağacı diken darbeleri oluşturmaktadır. “Azıcık aşım kaygısız başım” öğretisine inat, yiyeceğimizden fazlasını almak, maaşımızdan fazlasını harcamak başımıza olmadık kaygılar getirmektedir.
“Doğrusunu isterseniz…” diye bir ifade kullanan konuşmacı, sesine de bir ton ayarlaması ve samimiyet katma ile sanki söylenmemesi gerekeni söylüyor olmanın ayrıcalığına muhatabını erdirir. Dinleyici de onu bozup demez ki “sen hep yalan mı söylüyordun ki bu kez doğrusunu söylüyorsun?” Biz elbette sözün de davranışın da doğrusunu isteriz. Kendimiz de sözün doğrusunu söyler, davranışın en güzelini yapmaya çalışırız. Çünkü kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına yapmayız. Bize söylenmesinden hoşnut olmayacağımız bir cümleyi de muhatabımıza kurmayız.
Ayrıca dosdoğru olmakla emrolunduğumuz gerçeğini unutmamak gerekir. Doğru ve dürüst olmak, bizim ayırıcı değil, temel vasıflarımızdan olmalı.
Değerli dostlar
“Tüfek icad oldu mertlik bozuldu” sözü çok önemli bir o kadar da ibret vericidir.sosyal medya adı altında din ahlak ve bütün milli manevi değerlerimizi önce yere serdik sonra üstüne bastık öyle bastık ki kirli pis ayakkabılarımız ile tanınmayacak hale getirdik
Heyhat şimdi çok pişmanız ama geri de dönmek kolay değil.
Artık gençler sosyal medyadan tanışıp evleniyorlar. Bir ay sonra da ayrılıyorlar. Sosyal medyadan gündemi takip ediyorlar sosyal medyadan organize edilmiş etkinliklere katılıyorlar.
Sosyal medyadan ülkemize saldırıyorlar. Sosyal medyadan toplulukları terörize ediyorlar. Çin kadar bile tavrımızı koyamiyoruz artık savaş cepheleri savaş meydanları yerlerine sosyal medyaya bırakmış durumda.
Devlet olarak suyun başını tutmak yerine akan selin önünde çareler arar olduk.
Yazımızın konusu olan orman yangınlarının aynı anda üç beş hatta bazı illerde beşten bile fazla yerden yangın çıkma ihtimali çok zayıf. Organize işler gibi duruyor. Ama devlet olarak bu ve benzeri şeyleri takip etmek çok zordur.
Hırsız içerden ise kapı kilit tutmaz sözü yazının içeriğinde geçiyor. Kilit şöyle dursun hırsızların çoğalması için var gücümüzle çalışıyoruz.
Hemen hemen her gün haberlerde hırsızlık zanlısı kişiler için bilmem 15 hırsızlık suçundan aranan 20 hırsızlık suçundan sabıkası falan filan. İsyan edesim geliyor. Bu adam 15 -20 hırsızlık suçu işlemiş hala ortalıkta dolaşıyor vasayy bee. Dahası var savcılık tarafından ifadesi alınan bilmem kim serbest bırakıldı. Allah’ım aklıma mukayyet ol ya rabbim.
Çıldıracak gibi oluyorum. Şüpheli tüm kişiler bir havuzda isim ve TC ve telefon numaraları toplanmalı istihbari yönden sürekli takip edilmelidir.
Derdimiz çok hangi birini değinelim başkanım.
Devletin ısrarla yanan yerlere çam dökmesi ilginçtir. Neden palamut dikmiyoruz hem çabuk büyüyor hem tabiatta yaşayan diğer hayvanlar için rızık kapısı açılmış olur.
Bu ülkeye ait olmayan bitki örtüsünü getirip zorla diktiriyorlar sonra küçük bir yangında cam kozalağı bilmem 500 metre 1000 metre ileriye sıçramış orda da yangın başlamış oluyor. Derhal çam dikimi yerine palamut dikilmelidir. Yörüklerin keçi ve koyunlarını otlatması için ormanlar serbest hale getirilmelidir. Küçükbaş hayvanlar otsu bitkileri yiyecekleri için yangının yayılım hızını düşürmektedir.
He şeyde yerli ve millilikten bahseden hükümet ormanlar konusunda sınıfta kalmaktadır
Fatih Başak bey öyle bir konuya dem vurmuş ki içimiz kan ağlıyor.Allahim hepimize sabır versin.