Yeni yaşam alanımız

Dedelerimizin babalarımızın yaşadıkları topraklardan uzaklaşalı çok oldu. Daha rahat, daha güvenilir düşündüğümüz, her şeyi elimizin altında bulabileceğimiz yerler ararken büyük şehirlerde kaim kıldık. Kırsal yaşanma oranı, şehirde yaşanma oranının çok ilerisinde iken günümüzde çok gerilere düştü. Bu durum, bazı kesimlerce gelişmişliğin göstergesi olarak kabul edildi.
Babalarımızın topraklarında kendi ürünlerimizi elde etmenin zahmetli olduğunu, kazandıklarımızın çok az olduğunu bahane ederek büyükşehirlere gelip başkalarının hizmetinde çok daha az ücretlerle çalışmaya razı olduk.
Köyde su yok, okul yok bahaneleriyle kaçıp geldiğimiz yerlerde suyumuzu marketlerden para ile alır olduk.
Alışveriş merkezlerine giderek marketten kıyafete, ayakkabıdan lokantalara kadar başka hiçbir yere gitmeden ayaklarımıza kadar gelmiş olmanın mutluluğunu yaşayacağımızı sandık. Öyle de oldu bir müddet.
Dışarıdan heybeti ile bizleri kandıran yüksek binalarda oturmayı hayal ederken muradımıza erdik sonunda. Öyle ya artık yüksek katlı binalarda oturuyor, kahvaltılarımızı kafeteryalarda serpme kahvaltılar eşliğinde yapıyorduk. Bu kahvaltılar yaparken israf akıllarımıza dahi gelmiyordu. Ne de olsa şeeherli olmuştuk.
Yüksek katlı binalarda oturma ile birlikte kendimizi de yükseklerde görmeye başladık. Yükseklerden aşağıya baktıkça küçülen insanları gerçek hayatta da küçük görmeye başladık. Ne de olsa artık tepeden bakıyorduk insanlara. Yukarıya çıkmanın aşağıdakileri hor görmek anlamına geldiğini zannettik. Yükseldikçe küçüldüğümüzü bir türlü fark edemedik bile.
Eli nasır tutan işçileri hiç görmüyor, buğday tozuna bulaşmış çiftçiler artık muhatabımız bile değildi. Nasıl olsa paramızı verip istediğimiz sebzeyi, istediğimiz meyveyi alıyorduk. Hem de bir tuşa basarak. Hem de kargonun evimize kaç dakikada getireceğini bile biliyorduk artık. Daha az maaş aldığımız için şimdilik bankalardan krediler çekerek aldığımız faizlerle keyfimize keyif katıyorduk. Evimizde bereket kalmadı demeyi de ihmal etmiyorduk sebebini bilmiyormuşçasına. Sonrası mı elbette sonrasını da biliyorduk ama;
Şimdilik kimseye söylemiyorduk.
Ve tüm bunlara gelişmişlik diyorduk. Ve kimse söylemeye cesaret edemese de kendimizi kandırıyorduk.
Kalabalık alış veriş merkezlerinde kendimizi yalnız hissettiğimizi biliyor ama söyleyemiyorduk. Gurur meselesi yapıyorduk kalabalıklar içerisinde yalnız kaldığımızı söylemeyi. Her şeyi rahatlıkla buluyorduk ama mahalle bakkalının verdiği muhabbeti bulamıyorduk.
Yirmi beş otuz katlı binalarda oturuyorduk. Geldiğimiz köyden hatta şehirden daha kalabalık insanların oturduğu yerlerde oturuyorduk. Ama yine gururumuzdan kimseye söylemiyorduk yalnızlık çektiğimizi. Bayramlar da kapımızı çalan olmuyordu. Evimizin içerisinde çocuklarımızın her biri odalarına çekilip saatlerce bilgisayar başlarında vakitlerini geçiriyor, bizler de televizyonların başına geçerek adeta kendimizi esir ediyorduk da farkına bile varmıyorduk.
Dedik ya farkında idik belki de ama söyleyemiyorduk. Çünkü kalabalıklar arasında yalnızdık. Kapılarımız karşıya karşıya idi, balkonlarımız bir merdiven koyup komşuya geçecek kadar yakındı ama birbirimizi tanımıyorduk bile.
Sobalar kalkınca, doğal gazla ısınmaya başlayınca artık evlerimiz de kül de olmuyordu ve artık komşu komşunun külüne muhtaç değildi.
Küçük şehirlerimizin ya da köylerimizin içerisinde geçen doğal akarsuları bırakıp yapma göllerin etrafında yaşamayı çok sevdik. Yapma göllerimizi ve renkli led ışıkları da arkamıza alarak selfiler yapmaya başladık sahte gülücükler atarak. Oysa kendimiz de çok iyi biliyorduk kendimizi kandırdığımızı.
Dedik ya söylemiyorduk.
Gökleri deldiğini söylediğimiz sitelerimizde oyun sahalarından, fitness salonlarına hatta hamamlarına kadar her şeyimiz vardı. Ve adına da “Yaşam Alanları” demiştik. Yaşarken kendimizi hapsettiğimiz aslında yaşamımızı dar bir alana sıkıştırdığımız yerlerdi buralar. Farkına da varmıştık buraların hapishanelerden farklı olmadığını ama bu lüks hayattan ve Yaşam Alanlarından da vazgeçemez olmuştuk. Biliyorduk ama
Söyleyemiyorduk.
Tıpkı bir uyuşturucu gibi. Kullandığınıza pişmansınız ama kullanmaktan vazgeçemiyorsunuz artık. Bir kere tadına varmışsınız. Kim gidecek tekrar toprak kokan ve eli nasırlı insanların yaşadığı yerlere.
Necip Fazıl’ın da dediği gibi; “Güneşi ceketimizin astarında kaybetmiş” gibiyiz.
Fitness salonlarından çıkmadığınız, her gün bu alanlarınızdaki saunalardan faydalandığınız, mutluluğunuza mutluluk kattığınız Yeni Yaşam Alanlarımız hayırlı olsun.
Mutlusunuz değil mi?
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…
Üstat Necip Fazıl dediği gibi güneşi cegetimizin astarında kaybettik ama hala farkında degiliz.Ah modernite ah ,Neler aldın hayatimizdan neler . Hayırlı günler değerli hocam Allah razı olsun ….
Biz eski zaman şaelarını gördük, nerede eski ramazanlar der gibi iç geçiriyoruz. Zamane çocukları da ilerde şimdiki zananı mı özleyecek. Bizim zamanımız onlara tarih öncesi devirler gibi gelecek.
Aynen öğle başkanım, mut su zum.
Yüreğine kalemine sağlık başkanım hemşerim tam da hepimizin yaşayarak tecrübe ettiğimiz hayatımızdan yaşadıklarımızı kağıda dökmüşsün baştan sona bütün yazdıklarına katılıyorum. Teşekkürler sağolasın varolasın inşaallah başarılı yazılarının devamını ve sağlık ve afiyet içinde ömürler diliyorum.
O kibar çevrelerden gizli batakhanelere
Yolculuklar ,lokantalar, kır gezmeleri
Ve sonunda estetik bir
İdam belki…….
Dediği gibi İsmet Özel’in
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Yüksek yüksek tepelere e
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
…
Türkü böyle devam rdip gidiyor.
Ben bunu şöyle değiştirdim.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar.
%70 Kırsal alanda yaşayan ülkemizde %13 şehirlerde yaşarken, bu gün Endüstri toplumu olma yolunda olan ülkemizde durum tam tetsine dönmüştür.
A dan Z ye her şey kökten değişmiştir. Değişmeyen tek insanımız kalmıştır.
Zamanında, Bolu dağında ani bir firen yapan otobüste devrilen turşu bidonları için muavinin: Madem gittiğiniz yerde turşuda yoksa, niçin köyünden çıktın hemşerim. Sözünü hatırlıyorum.
Bence gelinen bu süreçte bir Göç Bakanlığı kurulmalıydı.
Sevgi ve selamlarımla.
“Yüksek yüksek apartmanlara kız vermesinler. ”
Şeklinde olacaktı.
“Sonrası mı elbette sonrasını da biliyorduk ama;” Yüreğinize sağlık başkanım. Tam isabet bir konuya daha değinmişsiniz.
Selam okuyan inanan kardeşlerimin üzerine olsun
Ortaokulda okurken münazara yapardık. “Sanayileşmenin faydaları mı fazladır zararları mı” şeklinde saatlerce tartışır idik. Her iki tarafında delilleri vardı ve de tutarliydı.
Esasen insanoğlu var olduğundan bugüne dek hep yeni ve insanları rahatlatacak icatlar buluşlar peşinde koşturmuştur.
Keşke her buluşu geleneklerimizin üzerine monte etseydik. Yeni şeyler peşinde koşarken bizi biz yapan değerleri ihmal ettik.
Yaptığımız yanlış davranışlar şehrin buğulu havasında kayboluyor ve biz psikolojik olarak rahatsızlık duymuyorduk. Yaptığımız yanlışı eleştirecek ve de bizi dışlayacak bir toplum yoktu artık.
Oysa Fatih başkanın makalesinde de görüldüğü üzre kaçtığımiz ortam varmak istediğimiz ortamın ta kendisi idi.
Özlediğimiz ve özlediğiniz ortamlara ulaşmanız temennisi ile Allah’a emanet olunuz.
Tam da sıkıntılarımızin yazıya dökülmüş halidir emeklerinize sağlık hocam
Yokbe üstadım hiçte mutlu olamadık. Bu gidişle mutlu olacağımız da yok maalesef.
Yine yüreklere dokunmuşsun Fatih kardeşim kalemine yüreğine sağlık.
Kaleminiz toplumsal sorunları yazmaya devam etsin.
Sağlıcakla….
Haykırışları yetkili ve etkilerede duyurabilsek.
Pamuk yâda vicdan…
Akıbet hayrola…
Sağlıcakla…
Başkanım emeğine sağlık ne yazıkki evde yanan sobalar her tarafı ısıtmıyor insanlar birbirine daha yakın oturup sohbet edebiliyordu şehir yaşamıyla her taraf aynı anda ısınınca herkes uzak köşede yer almaya başladı