Dört Güzelin Kirliliği

Çocukluğumun büyük şehirlerde geçtiği zamanlarda hava kirliliğinden çok bahsedilirdi. Doğup büyüdüğüm köyde ve köylerde havanın, suyun ve toprağın kirliliği ya yoktur ya da görünmez. Hatta temiz hava için tercih edilen yerlerin başında köyler gelir.
İhtiyarların ve nefes darlığı yaşayanların sokağa çıkmaması anons edilirdi. Bilhassa 30 yıl ve daha evvelinde İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin havası gerçekten nefes almaya müsait olmayacak kadar boğucu ve kirli idi. Kış aylarında yakılan kömürün dumanı, fabrika gibi işyerlerinin bacaları şehirlere ölüm saçıyordu. Gökyüzü ile araya kurşuni bir perde çekiyordu.
Haliç, İstanbul’un lağım deposuydu adeta. Çevresinde kokudan durulmaz, rengi siyah, üzeri çöp ve yağ tabakası ile kaplı bir haldeydi. Herkesin gözü önünde olan bir manzara idi bu. Kirlilikten ve kokudan herkes şikâyetçiydi. Fakat pisletmekten de kimse geri durmuyordu.
Birileri çıkıp gerçekten dert edince, daha yaşanabilir şehirler çıktı ortaya.
Hacı Bayram Camii’nin arka tarafları, harabe ve çöplerin atıldığı mekânlarken otantik bir yerleşim haline geldi. Tarihi bir alanmış gibi çarşısı ve evleri ile gezilip görülecek yerlerden oldu.
Haliç’in yoldan itibaren kıyılarındaki tarihi yapılar hariç binaların tamamı kaldırılıp yeşillendirilince Haliç kendini daha bir güzel gösterir oldu. Dibi temizlenip atıklar başka işlemlerden geçirilip uygun yerlere kanalize edilince de o siyah renk ve yağ tabakası yerini maviliğe, pis kokular yerini mis kokulara bıraktı. Ülkemizin birçok yerinde akarsular su gibi değil de sanayi artığı gibi akmaya devam ediyorken bu yaz suyun başka bir kirliliği ile karşılaştık. Hayatımıza, kelime hazinemize bir yenisi daha eklenerek geldi bu kirlilik: müsilaj.
Belki de toprağın öyküsünü şiir olarak en güzel anlatandır “Kara Toprak” şiiri ile Âşık Veysel.
Âdem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır.
Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır.
Toprak, kendisine verilen kimyasallarla yıllardır baş etmeye gayret ediyor. Biliyoruz ki her pisliğimizi arıtıp temizleyen bir yapıya sahip. Bizim de mayamız. Hani topraktan yaratılmıştık ya. Ne çabuk unutuyoruz değil mi? Dönüşümüz yine toprağa olacak.
Eski verimliliği ile ürün vermediğinden yakınıyoruz da eskisi gibi toprağı seven, okşayan ellerimiz var mı? Daha bir hırsla, doyumsuz isteklerle saldırıyoruz her şeye. Paylaşım, kanaat, diğergâmlık rafa kalktı galiba.
Dört Güzellerden kirletmediğimiz bir ateş kaldı diyecektim lakin onu da başka güzelleri yakmada kullanarak kirletiyoruz. 2021 yılı yaz aylarında aynı anda birçok yerde çıka(rıla)n orman yangınları bizleri nefessiz bıraktı. Canlar, ciğerler yandı. Ateşi kirletmek bu değilse nedir?
Can yakanlar, canlarının yanacağı günü bekliyorlar mı bilmem. Ama o güne inanıyorum. Her hak sahibinin hakkının tastamam verileceği, kimsenin kimseden alacağının kalmayacağı o güne inancım tam. Kimseye de haksızlık edilmeyecek bir gündür o gün. Çünkü o gün; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzal Suresi 7-8)
Kısmi olarak hava, su, toprak ve ateşi ele aldık. Oysa kirlenmenin boyutları çok daha fazladır. Temiz bir isim, temiz bir ağız, temiz bir kalp, temiz bir karakter… taşımamız gereken şu fani dünyada, her şeyi bu kadar kirletmeye ne gerek var?
Kirletmeden, kirlenmeden, temiz, tertemiz kalma gayretinde olanlara selam olsun.
Avni hocam farkındalık ve farklı bakış açısı yakışmış tebrikler teşekkürler. Şehrin sisli dumanlı havasını bize hatırlatmak güzel oldu. Gençler bu havaları bilmez.
Aslında asıl kprkeben insan olunca
Üstad her yerin kirlenmesi kçınılmaz oluyor.
İnsan temiz kalabilseydi
Yada temiz kalabiksek