Tenekenin Boşu

“Yumuşak çelikten yapılmış üzeri kalay kaplı ince sac, bu sacdan yapılmış yaklaşık 20 lt hacminde bir kap.” olarak tanımlar TDK tenekeyi. Küp veya silindir şeklinde, küçük ebatlarda ve hacimlerde olanları bilhassa yağ ve konserve muhafazasında kullanılmaktadır. Aynı zamanda bir ölçü birimidir. Genellikle 16 kilogram kabul edilir buğday, arpa gibi taneli tahıl ölçümünde. İki teneke bir kile, yarım teneke bir çinik (şinik) kabul edilir. Büyük kantar ve terazilerin olmadığı, kullanılmadığı yerlerde hala bu ölçü birimlerine göre alım satım yapılır.
Dilimizde yaygın bir kullanımı vardır tenekenin. Sanki çalışkanı varmış gibi tembel olan kişiye “tembel teneke” deriz. “Kuyruğuna teneke bağlamak” ise biriyle aşırı derecede alay etmek, herkesin alay edeceği biçimde kovmak manalarında kullanılır. “Fare deliğine sığmaz, kuyruğuna teneke bağlar.” sözü daha değişik manayı ifade eder: Yapamayacağı kadar ağır bir işi varken başka bir iş daha yüklenmiş ya da kendisi sığıntı durumundayken yanına bir kişi daha almış kişiler için kullanılan bir sözdür. Barış Manço “Düriye” şarkısında tenekeye yer vermiştir:
Altın yere düşse, değerin kaybeder mi?
Tenekeyi parlatsan hiç çeyrek altın eder mi?
“Ne anlatıyorsun bize?” demeyin sabırla devam edelim lütfen.
İçinde ne olduğuna, ne kadar olduğuna göre de tenekenin çıkardığı ses değişiklik gösterir. Boş tenekenin daha fazla gürültü çıkardığı bir gerçektir. İşte anlatacağım şey tam da budur. Yoksa bir araç bir kap ile kavga ediyor değilim.
Yetişmemiş neslin, yetkin yerlerde oturanlarının, boş teneke gibi ses çıkararak günü kurtarma girişiminde olduğunu, toplumun her kademesinde, görüyoruz. İşinin yüklediği sorumluluğun farkında olmayanlar, toplumu ifsat ettiği gibi geleceğe güvenle bakmamıza da mani olmaktalar. Bir şekilde bir koltuğa oturanlar, kuvvetli bir yapıştırıcı ile kendini oraya yapıştırmış, gücünü, yetkisini, enerjisini o makamdan alarak üste karşı kedi, alta karşı aslan kesilme derdinde olabiliyorlar. Makamların, insana hizmet etme yeri olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. Yarın o makamlara gelecek çocuklarımıza bu gözle yeniden bakıp ne kadar kıymetli bir iş yaptığımızı göz önüne almalıyız.
“Nesil yetiştirme, çocuklarımızı geleceğe hazırlama” toplumsal vazifesini, hangi rolde, ne olursak olalım kuşanmamız gerekiyor. Her rolün kendince farklı davranış ve görevleri olsa da genel olarak iyi evlat, iyi nesil, iyi gelecek hayali uğruna sorumluluklarımızın olduğunu bilmemiz gerekir. Özellikle de ekonomimizle bu kadar oynandığı bir dönem olan bu sıralar “ekonomik kaygılar” dense de bu işin en kolay tarafıdır. Kalbine ve beynine doyum vermediğimiz bir neslin sırtına en güzel giysiler giydirip en donanımlı sofralarda ağırlamak, gelecek adına tam bir yıkımdır. Merkeple kurdun hikâyesini şiirleştiren Akif’e kulak verelim:
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi
Saldırırmış ansızın, yaydan boşanmış ok gibi
Lakin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek
Kâr sayarmış bir tutam ot, fazla olsun yutmayı
Hasmı, derken çullanırmış yutmadan son lokmayı
Bir hakikattir bu, şaşamaz, bildiğin üsluba sok:
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız
Bir bakın; hala mı hala ihtiras ardındayız.
Gördüğünüz gibi bu mısraların ardından fazla söze gerek bile kalmıyor. Ne kadar da benziyor değil mi halimiz kurtla merkebin haline! Kurtlar, çakallar, kâfirler, … elbirliği ederek Allah’a, İslam’a, Müslümanlara/bizlere ve tüm mazlum halklara karşı olanca güçleriyle saldırırken bizler hala “imtihan tarlasının otundan biraz daha fazla yeme telaşında mıyız?” diye bir düşünmek gerekiyor.
Hayatta taşıdığı rolünün, yüklendiği sorumlulukların farkında olanlara selam olsun.