Olduğumuz kim, olmak istediğimiz kim

Olmak istediğiniz ile olduğunuz kişi arasında ne kadar fark var, hiç düşündünüz mü? Ya da şöyle düşünelim: Futbol topuna doğru dürüst vurmasını bilmeyen bir çocuğun sırtına Messi forması giydirmek, saç tıraşını ona benzetmek ve “Messi gibi oynuyorsun.” demek, ne kadar gerçekçidir?
Çirkin ördek yavrusu masalını bilirsiniz. Ördeklerin arasında farklı olan kuğu yavrusu, herkes tarafından “çirkin” olarak yaftalanmıştır. Farklı olanı dışlamamız, maalesef gelenek halini almıştır. Derslerine çok çalışan öğrenciyi “inek” olarak adlandırmamız da bu gruptan değil midir?
Söylemlerde mükemmel bir insan karakterine tercüman iken eylemlerde aşağılık bir role hayat veren kimse ile karşılaşmışsınızdır. İnsanca davranmayan birçok kişi, iş kendisine dönünce insanlık beklemekten geri durmaz. Empati içeren söylemleri ise daha çok kendimizin anlaşılması isteği için dile getiririz. Bizim de empati yapıp başkalarının ne halde olduğunu, neler hissettiğini anlama çabasını ne dile getiririz ne de uygularız.
Olduğumuzdan daha farklı görünme çabası, insanları yanlışa yöneltme çabasından başka nedir ki? Sağlam bir karakteri olan kimselerin tevessül etmeyeceği bu durum daha çok iç muhasebesi ile problemi olanların halidir. Kendine başka, dışa başka olanların dış bütünlüğü de yoktur. Bir yerde başka biri, başka yerde bir başkası.
Duygu dünyamızın farklılık göstermesi herkesin başındadır. Vurgulamak istediğim konu bu değildir.
İnsanlar kendilerini “Ben şöyleyim, ben böyleyim.” diye konuşarak anlatmaya bayılıyorlar. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır.” atasözü, problemlerimizin çözümünde kullanılacak yolu tarif eder. Bazılarımız hayvanları da geçerek vuruşma ile anlaşmanın veya -neye yarayacaksa- üstünlük kurmanın yolunu aramaktadırlar. Konuşarak anlaşmak elbette insana özgü bir eylemdir. Konuşurken mükemmeli canlandırmak değil önemli olan. Önemli olan sözünü, davranışları ile ne kadar destekliyor olduğudur. Eylem söylem birlikteliği dediğimiz şey tam olarak bunu ifade eder. İşimiz, davranışlarımız, eylemlerimiz bizim kimliğimizi ortaya koyar. Ziya Paşa’nın da dediği gibi:
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
Akıl seviyesi, insanın eserinde ortaya çıkar. Yapılan iş insanın aynasıdır, lafına bakılmaz.
Bir makamı bir şekilde işgal eden kimse, o makamdan aldığı güç ile insanlara tahakküm etmemeli. Hiç kimse kendini “ali kıran baş kesen” olarak görmemeli. Bilirsiniz, “Ali kıran baş kesen,” etrafındaki insanlara zorbalık eden, acımasızca davranan insanlar için kullanılan bir deyimdir. Her kim ki insanlara bir şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışıyor, üzerlerinde baskı kuruyor ve zorbalık ediyorsa, o kişi ali kıran baş kesendir. Bu tanımdan sonra etrafımıza bir daha bakmamız gerekir. Daha çok gereken ise kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına yapmamaktır. Aynı şekilde kendimiz için istediğimiz güzel davranışları da insanlara sunmaktır. Sırf bu ölçüyü kendine motto kabul eden ve uygulayan insanın ne kadar sağlam bir karaktere bürüneceğini görmek zor değildir.
Mutaffifin Suresi ilk altı ayetinin meali izaha gerek kalmayacak derecede anlaşılır ve kıyamete kadar herkese hitap eder haldedir:
- ﴾1﴿ Eksik ölçüp tartanların vay haline!
- ﴾2﴿ Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler.
- ﴾3﴿ Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler (eksiltirler).
- ﴾4-6﴿ Onlar, o büyük gün için -insanların âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacakları gün için- diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?
“Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” diyen Mevlana her birimize gerçek yüzümüzü aşikar etmemiz gerektiğini ne güzel ifade etmiştir. Olduğumuzdan farklı görünme çabası, kendimizi küçültmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Özü sözü bir olan, sağlam bir karakter ile insanlara, kendisine davranılmasını istediği gibi davrananlara selam olsun.
Kaleminize sağlık hocam
Olduğun gibi olmak çok güzel ama toplumdaki değişimi/ savrulmayi görünce (huysuz ihtiyar olmak istemesem de ) üzülüyor insan.