Ebeveynde Anlayış Değişimi

Okula kayda gidildiğinde, kazara toplantılara katılım sağlandığında ya da herhangi bir yerde öğretmen ile karşılaşıldığında velilerimiz olan ebeveynimiz, bir yakınma veya isteğe imkân tanımadan “Hocam! eti sizin, kemiği bizim.” diye peşinen öğretmenin insafına, anlayışına, terbiye yöntemine teslim etmişlerdi bizi.
Doğruluğu veya yanlışlığı ile ilgili öykünmüyorum. “Ailenin öğretmene olan sadıkane güveni, teslimiyeti ile öğretmenin mesleki olarak yüce bilinişi” konusuna dikkat çekiyorum.
Günümüz anne babalarının en büyük hatalarından biri de “Ben çocukken çok yokluk gördüm, çocuğum görmesin.” anlayışıdır. Yokluk görmüş anne baba, imkânları doğrultusunda çocuğuna yokluk göstermemek için çırpınır, her şeyini tamam etmeye çalışır. Kendisi yeni alınan kara lastik ayakkabılar için sevinçten havalara uçarken çocuğu en kaliteli –marka- ayakkabılar için bile mutlu olmaz. Tam tersi durumu yaşatanların da var olduğunu görmek mümkündür. İmkânlarını çocuğundan kısarak terbiye etmek isteyen, istemeden de olsa çocuğunu yanlışa yönlendiren anne babalar.
Anne babaların okula –öğretmene- ve insanlara bakışı da farklılaşmıştır. Toplumda en yakınlarının bile yaptığı birçok şiddet, cinayet, taciz, tecavüz ve istismar haberleri insanların güvenlerini altüst etmiştir. Aile artık “benim çocuğum, benim çocuğum” diye diye yanlışlarının da üstünü örter ya da onun çocuğu yalan söylemez, yanlış yapmaz konumuna oturur. Öğretmen şahit olduğu, şahitlerinin olduğu bir olayda hata yapan çocuğun hatasını düzeltmek, tekrarını önlemek ve diğer çocukların da hakkını korumak için çalışırken karşısında düşmanca davranan bir aile bulur.
Öğretmen cehaletin düşmanıdır. Yanlışın, yalanın, tembelliğin, ataletin, geri kalmışlığın düşmanıdır. Öğretmenin karşısına düşman olarak geçmeden önce aynaya samimiyetle bakmak gerekir. Sıraların üzerinde dolanır çocuk, aileyi bilgilendirirsin; çocuk iyi bir şey yapıyormuş, yaptığı normalmiş gibi “Eee benim çocuğum hiperaktif.” der. Devamında “Evde de koltukların üzerinde geziyor.” diyerek çocuğunun normal olduğunu desteklemek ister.
Öğrencini uyarırsın yanlış bir davranışı için. Aile karşına dikilir ve psikolojisini bozduğundan dem vurur. Ne okumuş, hangi fakülteyi bitirmiş ki bu teşhisi koyduğunu anlayamazsın.
Çocuk arkadaşlarına şiddet uygulamıştır, zarar vermiştir. Öğretmen sözlü uyarı, güzellikle anlatım yollarını tüketmiş ve disiplin hükümlerini uygulamaya gelmiştir. “Ergenlik döneminde olur böyle şeyler.” diyerek aile karşına başka bir yönden çıkar.
Düşünmez mi ki değerli ailelerimiz; “Bu davranış benim çocuğuma yapılsaydı ne yapardım?” diye. “Çocuğumun söylediği (yazdığı) ifadeler bana yazılsaydı ne düşünürdüm?” Okuldaki sürenin sınırlı olduğunu da ifade etmek istiyorum. Zeytinyağı gibi üstte kalmakla haklı olunmayacağını da.
Karnını doyurup sırtına en güzel giysileri almak için çabalayan aile, maalesef ki çocuğunun kalbini ve beynini ihmal ediyor. Yanlışını savunarak yanlış öğretim yapıyor. Bir de gücü var ve bunu karşı tarafa tehdit unsuru olarak kullanıyorsa vay ki vay.
Terbiyesizliğin, ahlaksızlığın adını hiperaktivite, psikoloji ve ergenlik örtülerine sarmakla bir zaman kamufle edebiliyorlar. Kendileri inansa da karşılarındakini inandıramıyorlar. Bilmiyorlar ki teşhis düzgün yapılmayınca herhangi bir tedavi çare olmayacaktır. Adını düzgün koymak gerekir. “Bence, sence” değil, genel ahlak kuralları, toplum yasaları, normlarımız, … herkese göre nasıl uygulanıyorsa uygulanmalı.
Şu olay düşünebilen için çok şey anlatır diye paylaşıyorum:
Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:
– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:
– Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber Efendimiz (sav) ile konuştu.
Resûl-i Ekrem (sav) Üsâme’ye:
– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”
Doğruluk ve güzel ahlak derdi olanlara selam olsun.