Ne Bekliyoruz

Yazımızı sesli olarak da dinleyebilirsiniz…
Bir düşündüğümüzde, hayatımızın birçok zamanını beklemekle geçirdiğimizi anlamamız mümkün. Büyümeyi bekleriz, okulu bitirmeyi, üniversiteyi kazanmayı, atanma veya işe girmeyi, meslek sahibi olmayı, askerliği, evliliği, yuva kurmayı, çocuk yetiştirmeyi, maaş günlerini, yeni yılı, ev – araba almayı, borçları bitirmeyi… hep bekleriz.
Beklerken bir yeni beklentinin çıktığını fark etmeyiz bile. Bireysel iken bazıları, toplumsal ve küresel boyutta olanları da vardır. Ekonomik iken bazı beklentilerimiz, bazen de siyasal ve sosyal alanlardadır. Bazı beklentiler döngüseldir, süreklidir. Zamanla geçecektir bazıları. Her geçenin hayatımıza izler bıraktığını, biraz yetiştirip olgunlaştırırken biraz da törpülediğini, dilimizi kısalttığını göremeyiz. Zamanla beklentilerin değiştiği ise herkesçe üzerinde uzlaşılan bir durum olsa gerek. Önce para kazanmak, mal edinmek uğruna hiçe saydığımız sağlığımızı, sonra tamir için kazandıklarımızı feda etmek gibi…
Cahit Sıtkı TARANCI, 35 yaş şiirinde şöyle diyor:
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Ötelediğimiz ve beklerken görmediklerimize pişmanlık duyduğumuz, yapmamız gerekirken yapmadıklarımız, yapmamamız gereken bazı şeyleri de acele ile yapıp yine pişman olduğumuz şeylerin canımızı acıttığını geç fark edebiliyoruz.
“Merhamet, mesuliyet ve mahcubiyet insan olmamızın şartları arasındadır. Bunlar yoksa hiçbir şey tam değildir.” diyor İbrahim Tenekeci. Mesuliyet (sorumluluk) üzerine çok cümlemin olduğu, “insanın başıboş bir varlık olmadığı” inancımı her defasında ifade ettiğim için bunun üzerinde durmuyorum. Merhameti, toplum olarak öğrenebileceğimiz çok örneğimiz var. Hayvanların yavruları ile muhabbetine bir bakın, bir annenin çocuğu ile bağını gözleyin, şefkat ve merhametin hasını göreceksiniz. Bir yetimin ya da herhangi bir çocuğun başını okşayın ve hissedin. Ne kadar bilsek de merhameti, hep bir başkasından beklediğimiz ayrı bir konudur.
Mahcubiyet, çok zamandır gözlediğim fakat yazıya dökemediğim bir konu. Bir insana yanlışını gösterir veya söylersiniz. Beklenti; kabul ile boyun bükmesi, utanması, yüzünün kızarması, özür dilemesidir. Anlamsız ve bön bön bakması ise beklenmeyen bir durumdur. Daha kötüsü ise hafife alması ve saldırıya geçmesi.
On bir aydır beklediğimiz Ramazan ayı da geldi. Her gelenin bize bir şeyler getireceğine olan inanç ve beklenti, bizde tuhaf bir hal oluşturmakta. Biz hangi hal ve duygu ile bekliyoruz ya da gelen ile münasebetimiz ne durumda? Hangi eksiklerimizi gelen ile kapatacağız ya da fazlalıklarımızı törpüleyip daha düzgün bir hal alacağız? Önem taşıyan sorular bunlar olsa gerek.
Ömür denilen üç günlük zamanın ikinci günündeyiz ve yarının olacağına dair bir garanti kimsede yok. Beklemek yerine kalkıp bir şeyler mi yapmalıyız acaba? Küfretmek gerekmez, karanlığa, yokluğa, olmazlara. Herkes kendine layık olanı, üzerine düşeni yapmakla meşgul olduğunda, hayat hepimize daha yaşanılır olmaktadır.
Cahit Sıtkı, 35 yaş şiirini şöyle bitirmiş:
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Yürüdüğümüz yolun bizi nereye götüreceğinin ve kimlerle yol arkadaşlığı yaptığımızın farkında olarak yaşamak, hayatımızı anlamlı kılacaktır.
Beklemek yerine; yola çıkan, yolda olan, hayatın, ömrün, zamanın, işinin, eşinin, dostunun kıymetini bilenlerden olmak dileklerimle.
Elinize yureginize saglik avni hocam.
Son cümle