Neyi İnkar Ediyoruz

Göklerin ve yerin ve arasındakilerin muazzam uyumunu her gün yaşayıp dururken görmezden gelebilmek mümkün müdür?
Güneşin doğuşu ile kainatı aydınlatması ve ısıtması, canlara can katması görmezden gelinebilir mi? Yağmurun, yeryüzünün susuzluktan çatlayan dudaklarına su vermesi, bitkilere yeni bir can bahşetmesi ve adeta yeryüzünü kirlerinden arındırması görülmeyecek şey mi?
Bazı şeyleri yapmaya muktedir olmak, daha fazla şey de benim elimle (iznimle) yapılıyor büyüklenmesine götürmemeli insanı. Her an büyüklenmeye, kibre yakın ve yatkın olan insan, dünyaya imtihan için ve hangimizin daha güzel amel işleyeceğinin görülmesi maksadıyla geldiğini unutmamalı.
Başlangıçtan beri var olan iyilerin kötülerle, iyiliğin kötülükle kavgasında, bulunduğumuz safı ve konumu iyi tespit etmeliyiz ki sonu hüsran olan bir durumla karşılaşmayalım. Kötülük safında konumlanıp iyilerin akıbetini beklemenin beyhude olduğunu da ifade etmeliyiz. Herkes yaptığının, amelinin, niyetinin karşılığını alacaktır. Rabbim her şeyi görür ve bilir. Hiçbir şey O’ndan gizli değildir. Ve O, hiçbir ameli zayi etmez. Zilzal suresinin son iki ayeti bunun delilidir:
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür.ᅠ
Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.
Sorumluluk bilincimizi yeniden, bir defa daha sorgulamak ve kurgulamak zorundayız. Sık sık yoklamalıyız niyetimizi. İçten başka hesaplar yapıp dışa farklı şeyler söylemek kendinden başka kimi aldatır ki? Sinelerin özünü bileni mi aldatmak istiyor insan?
Neye iman ettiğimizi de eğer inkar edilecekse nelerin de inkar edileceğini bilmeli insan. O kadar muazzam donanımlarla geldiği bu dünyanın oyun eğlenceden ibaret bir mekan olmadığının farkında olmalı. Sahibinden, az kullanılmış ya da kullanılmamış bir beyin ve kalbi mezara götürmenin bir faydası yoktur. Bulanık su avcısı konumunda olan münafıklar gibi davranmamalı, mert olmalı, net olmalı insan. İnkar ettiğine de ikrar ettiğine de. “İman ettik” demekle kurtulamayacağının, bu ifadenin amellere yansıyan boyutlarının olduğu bilincini de kuşanmak gerektiğini de bilmeli. Söz eylem, iman amel birlikteliğini mümkün olduğunca en üst seviyede tutmalıdır. Taa ki kendisine ölüm gelinceye kadar.
Kudretinin sınırlarının farkında mıdır insan? Meleklerin kendisine secde ettiği ile verilen yazılımları, donanımları kullanmayıp aşağıların aşağısı konumuna düşen aynı insan mıdır? İdrak edilecek ne çok şey varken, farkında olmadan bir ömür tüketmek ne acı. Kendi vücudunu, azalarını, kemiklerini, iç ve dış organlarını ve bunların istemli veya istemsiz olarak uyum içinde çalıştıklarını görmek için ne gereklidir? Ya da ne zaman görülecektir? Hangi ay bacayı aştığında, hangi at süvarisiyle Üsküdar’ı geçtiğinde görülecek, idrak edilecektir? O gün geç olmaz mı? Vakitlice görüp anlatmaya çalışanları anlamamak, dinlememek için bu kadar dirençli olmaya bir sebep var mı? Nefis ve şeytan hep var ve imtihanımızın bir parçası olarak var olmaya devam edecek. Şeytanın varlığı günah işlememizin sebebi olmayacaktır.
Dünyayı, içindekileri, hayatı, tabiatı, yazılımları ve donatıları yeniden okumak lazım gelmez mi? Yapılan bir araçtan maksimum fayda beklerken kendi iş yapabilme ve idrak edebilme kapasitesinden habersiz olma nasıl izah edilebilir?
Yoksa Rahman Suresinde 32 defa tekrar edilen “Öyleyken Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” ayetinin bir nakarat yahut kafiye uyumu için mi var olduğunu sanıyorsunuz?
Neyi inkar ederek neye iman ettiğinin farkında olanlara selam olsun.
Rabbim, şeytana pabucu ters giydirebilecek insanlardan uzak eder inşallah..
İktidarken muktedir olamamayı.
Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bir dünya için; bu kadar fırıldak olmaya gerek yok! Rahmetli Yazıcıoğlu güzel söylemiş. Ama bazen bu üç günü unutuyoruz galiba