Adalet mi Menfaat mi

Başlığı okuyunca en kestirmeden “tabii ki adalet” diyecek olanların çokluğunun farkındayım. Bunun çoğunun laftan ibaret olduğunun da farkındayım.
Kavram olarak adalet; Yasaların herkes için eşit bir şekilde kullanılmasının sağlanması, doğruluk, hukuka uygunluk ve insanların hakkını gözetme olarak ifade edilir. Hukukun idaresi, hukuk mahkemesi usulü, barışın adaleti, uygun veya adil davranmak, haklının hakkını savunarak ses çıkarmak, gerçeklikten konuşarak savunarak adalet istemek ve adil biri olmak anlamlarına gelir.
Adalet, Arapça bir kelimedir ve adl kökünden gelir. Sıfat olarak kullanımı adil olup aynı zamanda Allahu Teala’nın isimlerinden biridir. Adâlet, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde genellikle “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvâya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanılmıştır.
Adalet; adil muameleyi desteklemek ve tazminat almak için yasa, namus veya standartlar tarafından verilen gücün kullanılmasıdır. Doğru olmanın kalitesi, doğruluk, tarafsızlık, hak edildiği şekilde ödül veya ceza, doğru, adil veya yasal olanı korumak için yetki ve gücün kullanılmasıdır.
Pek çok filozof, ilahiyatçı, sosyolog ve diğerleri adaleti insanların ve şeylerin doğru sıralaması olarak tanımlarlar. Bütün ırk ve dinler, yasa ve davranış kurallarında adalet tanımını içerir. Aslında adalet, toplumları bir arada tutan bir yapıştırıcıdır. Adalet, polisin, hâkimlerin ve mahkemenin çalışmalarında olduğu gibi yasanın korunmasını da içerir. Adalet kavramının arkasında denge kavramı vardır, insanların doğru, adil ve uygun olanı almasıdır.
İnfitâr sûresinin yedinci ve sekizinci âyetlerinde insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, âhenk ve estetik görünüm, adâlet kavramıyla ifade edilmektedir. Başka âyetlerde de insanın ruhî ve mânevî yapısında bulunan ve İslâm filozoflarınca inâyet ve nizam kavramlarıyla açıklanacak olan denge (itidal) ve âhenk, adâlet kavramının şümulüne giren “ahsen-i takvîm” (bk. et-Tîn 95/4) ve “tesviye” (bk. eş-Şems 91/7) tâbirleriyle dile getirilmiştir.
İnsanın Allah nezdinde en üstün değer ölçüsü olan takvâ erdemine nâil olabilmesi için âdil olması ve adâletli söz söylemesi gerekir. Esasen doğrulukla birlikte adâlet de ilâhî kelâmın birer niteliğidir.
Kur’ân-ı Kerîm’e göre adâletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adâlet de hakka uymakla sağlanır. Hak, objektif bir kavram ve sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “işte bunlar zalimlerdir” denilmiştir. Şahsî menfaat temini, akrabalık, düşmanlık gibi hissî durumlar, taraflardan birinin soylu veya aşağı tabakadan olması, bedenî veya ruhî bakımdan kusurlu bulunması gibi ahlâk kanununu ilgilendirmeyen sebepler bir hakkın ihlâlini, örtbas edilmesini ve sonuç olarak adâlet ilkesinden sapmayı mâzur gösteremez. Zira, “Eğer hak onların keyfî arzularına uysaydı göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların düzeni bozulurdu.”
Kur’ân-ı Kerîm’de hak ve adâletin mutlaklığı öylesine vurgulanmıştır ki bizzat Allah’ın âhirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adâletle hükmedeceği ve onun bu vaadinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir. Şu var ki Allah’ın adâleti diğer sıfatları gibi eksiksiz olduğu halde, sınırlı kabiliyetlere sahip olan insanın gösterdiği adâlet her zaman az çok kusurlu olmaktadır.
Mülkün temeli olan adaletin olmadığı her yerde menfaat vardır, haliyle zulüm vardır, haksızlık vardır. Bizim ya da yakınımızın menfaatine olsun için yaptığımız bir eylem, adalet mekanizmasının çarkına çomak sokma anlamındadır. Adalet terazisi bir kez şaştı mı artık hep yanlış ölçecektir.
Bir ülkede güvenli ve rahat yaşamanın yolu adaletin doğru sağlanmasından geçer. Menfaatine rağmen adaletten yana olanlara selam olsun.
Sınavdan ziyade kurs ve seminerlere katılımı süreklilik haline getiren meslektaşlarımıza kariyer verilmelidir.