Körlüklerimiz

Bakmak ile görmenin farklı olduğu bilinir. Bakmış olmanız bir şeyi gördüğünüz anlamına gelmiyor. Bu ifadelerin gerçeğinin de mecazının da doğru olduğu birçok kez tecrübe edilmiştir.
Aynı olayda gördüklerimiz de bazen farklı olabilir. Bakış açımız, yaşantılarımız, bilgi birikimimiz, rollerimiz olayları değerlendirmede bize rehberlik eder. Rollerimiz içinde olayın tarafına olan yakınlığımız da dâhildir.
Ebeveyn olarak en çok yanıldığımız konulardan biri “benim çocuğum yapmaz,” “benim çocuğum yalan söylemez.” vb. ifadeleridir. Atalarımızın “Yoğurdum kara diyen olmaz.” dediği gibi kimse yanlışı kendi çocuğuna ya da kendinden olana kondurmak istemiyor. Başkalarını suçlamanın dayanılmaz kolaylığını da ilave etmeliyiz buna. Ayrıca herkesin kendisine karşı olduğu paranoyası peşinden gelmektedir.
Anne baba olmanın neyi gerektirdiği konusunda ailelerin seviyelerince eğitilmesi lazım olan bir konu olduğu artık kaçınılmazdır. Çocuğa yüklenen anlam, ondan beklentiler, yetiştirilme tarzı, cinsiyet, kültür ve seviyesi, çevrenin etkisi ve daha birçok şeyin -okula gelmeden- çocuğun gelişiminde etki ve haliyle söz sahibi olduğu gerçektir. Tertemiz bir yaratılış ile kucağımıza doğan çocuğun sosyalleşme adına bir başkasının kişiliğine ve vücuduna, kendine ait olan ve olmayan eşyaya zarar verici davranışlarla yüzleştiğimizde, düzeltmek için işbirliği yerine savunma ya da saldırıya geçmenin kazancı iyi hesap edilmelidir. 10-14 yaşındaki çocuklarının yalan söylemediğine inanan anne babaların yalan söylediğine inanmaya başladım.
Çocuklarının ağzından dinlediklerinin kesin doğru olduğuna inanan ve 40-50 yaşındaki öğretmeninin yalan söylediğini ifade eden, çocuğunun ukalalığından, kural tanımazlığından bahsedilince “ne var ki bunda?” moduna geçen ailelerle anlaşma zemini bulunamamaktadır. Okullardaki çocuklar bizim çocuklarımızdır. Yarının her kademesinde var olacak büyük kimseler bugün elimizde olan çocuklarımızdır.
Ebeveynlerin aşırı koruyucu, ihmalkâr, otoriter, izin verici, tutarsız veya helikopter tutumlar sergilemesi çocukların geleceğini karartmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir. Okulun rolünü eğitim değil de not veren, sınıf geçiren, mecburen gidilen, … bir yer olarak kafasında konumlandırmış aile ile ne kadar yol gidilebilir bilemiyorum. Çocuğu ağlayarak eve gittiğinde olan biteni anlayıp dinlemeden okulu tarumar etmek için burnundan soluyarak gelen kardeşim neyin peşindesin acaba? Hangi şartlarda eğitildiğimizi, anne babalarımızın okula ve öğretmene karşı olan saygı ve davranışlarını çabucak unutup “benim çocuğum, benim çocuğum.” diyerek neyi ispatlarız ki?
Çocuk eğitimi ile ilgili kurslara, seminerlere gidilmeli, kitap okumalı, okuyanlardan dinlemeli. Çocuklarımızın gözüne bakarak dinlemeli. Yarının büyüğü olacak çocuklarımızı adam yerine koyarak dinlemeliyiz ki dillerine gelmiş olan ayrık otlarının farkında olalım. Duygu ve düşünce gelişimlerinin farkında olalım.
Kim demiş ki çocuk küçük bir şeydir,
Belki çocuk en büyük bir şeydir.
Gözümüzü yumduğumuzda karanlık olur ama gece olmaz. Yanlışlarına karşı kör olduğumuz çocuğumuzun davranışlarının yarınlarda daha büyük sıkıntılara gebe olduğunu da bir kenara not etmeli. “Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına.” dendiği gibi arpa eken buğday biçemez. Ebeveynlerin “iyi evlat yetiştirmek” dileği ortak olmakla beraber bunun ön şartı aile içi ilişkiler ve tutumlardan geçtiğini sonrasında ise eğitimcilerle omuz omuza dayanışma ile olacağını iyi bilmeliyiz.
Yine bilmeliyiz ki; bizim dinlemediğimiz çocuklarımız sosyal medyayı dinliyor. İşimize gelen şeyi görme körlüğüne kapılıp hoşumuza gitmeyenleri görmezden gelmenin faturasının zaman ilerledikçe daha da ağırlaşacağını bilmek için müneccim olmak gerekmez.
Bakış ve görüş açımızı geliştirip genişlettikçe kör alanlar azalacaktır. Her zaman yapılacak iyi şeyler vardır. Daha iyilerini yapmak için birbirimizle yardımlaşma ve dayanışma içinde olma dileklerimle.
Veli davranışlarını düzelttiğimiz zaman birçok problem zaten düzelecektir.