Yüklerimiz

Heybeyi bilmeyeniniz yoktur. Bilmeyenler için paylaşalım, bilenler için de tekrar hatırlatmış olalım. İçine öteberi koymaya yarayan, genellikle kıldan, pamuk ipliğinden ya da yünden dokunmuş, birbirine kendinden bir parçayla bitişik iki gözü bulunan bir tür torbaya denir.
Dedelerimiz ninelerimiz çalışırken, ya da köyden şehire giderken heybeyi çok da kullanagelmişlerdir. Pazara satmaya götürdükleri eşyaları ya da satın aldıklarını bu heybelerin içerisine koyup omuzlarına atarak evlerinin yolunu tutarlardı. Velhasılı heybelerde yük taşınır.
Şimdi kendimize soralım:
Heybemizde neler var? Farkındayım. Çok geniş ve hemen cevaplanması zor bir soru. Hayat için biriktirdiklerinizi kast ediyorum. Bu sorunun cevabı bir anlamda hayatınızın muhasebesini de yapmanızı gerektiriyor.
Ya da soruyu şu şekilde değiştireyim. Heybenizde hangi yükler var? Bunun cevabı da uzun bir cevap olabilecektir.
Şairin dediği gibi;
“Ey yâr! Heybende ne var?”
“Biraz hüzün, biraz da vefa!..”
“Hüznü bize bırak, vefa sende kalsın!”
“Hüznü bırakırsam vefasızlık olur!”
“Cefası olmayan vefa, bize yük olur!”
Doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız her olay bize bir yüktür. Bu yükler de sefa da vardır cefa da vardır. Vefa da vardır vefasızlık da vardır. Aslında hayatın ta kendisidir heybemizde taşıdıklarımız.
Evlilik kimisine göre bir yüktür. Çocuk sahibi olmak bir yüktür. Ancak yük olup olmamsı tamamen sizin bakış açınız ve hayat tarzınızla ilgilidir. Oysa benim için her ikisi de yük olmaktan ziyade mutluluktur, sevinçtir, berekettir.
Bazen ailemizden yeterli sevgiyi göremememiz, olmak isteyip de ulaşamadığımız makamlar, dost bildiklerimizin uğrattığı hayal kırıklıklarının her bir bize yük olmaktadır.
Bu yükler içerisinde bize ağır gelenler hayatımızda yaşadığımız olumsuzluklardır. Bu olumsuzluklar bazen belimizi büker, bazen omuzlarımıza çöker ki fiziksel olarak çöküntü yaşatır. Kurtulmak kolay değildir ama mümkün de değildir demek doğru değil.
Oysa hayatta hiç kimse sizin bu yüklerinizi azaltmak adına gayret etmeyecektir. Bu duruma belki de sadece anne babayı istisna tutmak gerekir.
Heybemizde hep hüzün taşımaya alıştık. Dünyanın karmaşasından kurtulmadığımız sürece hüzünlerimiz artarak devam edecek görünüyor.
En yakınımızdakileri, en yanı başımızdaki görmezken en uzaktakini görme gayreti heybemize yeni yükler getiriyor.
Bir gün kendinize zaman ayırın ve heybemizde neler var bir bakın. Bu tavsiyeyi sizin iyiliğiniz için söylüyorum lütfen bir defa olsun bakın. Mesela yarın ki programınızda neler var? Sizi yoracak, zihninizi meşgul edecek işler mi var yoksa sizi mutluluktan uçuracak işler mi var?
Genelde günlük hayatımızda yaptığımız aciliyeti olmayan birçok gereksiz şey olabiliyor. Birazcık da hayır diyememe sorunumuz varsa zaman kullanımı sürecinde yüklerimiz artabiliyor. Hangisi acil, hangisi ertelenebilir diye not edin. “Önemli ve acil olanlar” ile “Daha az önemli, ertenebilir olanların” listelerini yapın. Göreceksiniz ki çok şeyin arkasında abartı beklenti, gereksiz evetler var. Bu, iyi hissetmeniz için çok etkili bir maddedir.
Atın yüklerinizi, rahatlayın. Bitmez dedikleriniz bitecek, siz olmadan yürümez dediğiniz işlerinizin siz olmadan da yürüdüğünü fark edin artık. Yük etmeyin kendinize bu düşünceleri, atın yüklerinizi. KURTULUN.
Eyleme dönüşmeyen her merhamet, her düşünce kalbe de beyine de yüktür. Zihninizi meşgul etmekten, bedeninizi yormaktan başka bir işe yaramayacaktır. Milli şairimiz M.Akif de;
İmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür…
İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür!
Diyerek ne güzel ifade etmiştir.
Yazımızı bir hikâye ile sonuçlandıralım.
Profesör elinde içi dolu bir bardağı herkesin göreceği bir şekilde tuttu ve:
– Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”
– 50gr! … 100gr! …125 gr diye öğrenciler cevapladı.
– Ama benim sorum şu: “Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
– Hiçbir şey, diye cevapladı öğrenciler.
– Tamam, peki, 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu? diye sordu profesör bu kez…
– Kolunuz ağrımaya başlardı Hocam.
– Haklısınız, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam kolum iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşar ve hastaneye gitmek zorunda kalırdım!
– Çok iyi. Peki, tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu? diye sordu profesör.
– Hayır, diye cevapladı herkes.
– Peki, o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi? Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda? diye profesör tekrar sordu.
– Bardağı bırakın düşsün!” diye öğrencilerden biri cevap verdi.
– Kesinlikle!” dedi, profesör. “Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar. Daha uzun düşündüğünde artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.
Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir. Fakat daha da önemlisi onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bu yüzden bugün işinizden eve gelirken, evinizde ailenizle ilgilenirken “Bugün bardağı yere bırakın. Kırılır mı diye düşünmeyin. Bırakın kırılsın.!
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…
Başkanım emeğinize yüreğinize sağlık güncel konulara hayatın içinden gelen konulara dokunmaya devam ediyorsunuz Biz de bunlardan istifade ediyoruz
O kadar dolu ki heybemiz, yok cesaretimiz hesaplaşmak için. Hayat böyle gerçeklerle umduklarımız arasındaki fark olarak devam edecek. Beklentilerimizi yüksek tutmayalım hayal kırıklığımız da az olsun.
Bazı yükler var ki tek başına bile büker insanın belini, bırakamazsın
Yine güzel bir yazı pisikolojik terapi gibi okudugunda düşündürüyor,sorgulatıyor,rahatlatıyor.Heybeyi boşaltabilenler bu hayatta mutlu huzurlu stresden uzak bir yasam sürecekler digerleri üzülmeye devam edecekler.
Gönlüne sağlık başkanım. Yükler hayatımızı yönlendiren olgular. Kimisi iyi kimisi olumsuz, biz isteyelim veya istemeyelim bizimle birlikte varolan.Yinede kurtulmak gerek fazlalıklardan.
Güzel anlamlı bir yazı. Teşekkürler Avni hocam