Şehitler Nasıl Yaşar – A. Ozan

Peygamberlikten sonra en yüce makam olarak ifade edilir Şehitlik. Esasen Allah yolunda öldürülenler için denilen Şehadet, nasip olmaz her yiğide.
Şehit, Arapça bir kelime olup “kutsal bir ülkü, din veya inanç uğrunda ölen kimse”yi tarif etmek için kullanılır. İslam dininde, Allah yolunda vefat etmiş bir Müslümana verilen isim ve makamdır. Kur’an’da sıklıkla bu kimselerin kurtuluşa erdiği, ahiretteki makamlarının diğer insanlardan üstün olacağı belirtilir. Konu ile ilgili en çok bildiğimiz ayet Bakara Suresi 154: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”
Şehit olanların “nasıl diri oldukları” değildir konumuz. Allah u Teala “diridirler” demiştir. Bizce mesele tamamdır. Ne yiyip içtikleri ilgileneceğimiz bir mevzu değildir. Merhum Hoca Nasrettin, yaşadıkları ile, tepkileri ile bizi güldürürken düşündürmeye sevk eden konular işlemiştir. Gülmesine güleriz Hoca’nın eylem ve söylemlerine ama düşünenimiz var mı acaba? Asıl olan düşünmek, düşünerek hareket etmek, ibret almak, dersler çıkarmak iken biz yalnızca gülmek boyutunda kalıyoruz galiba. Nasrettin Hoca’nın yaşadığı olaylardan bir tanesini mevzumuzla ilgili olduğu için buraya alıyorum:
Köylerde imam, okumuş kimsenin olmadığı zamanlar. Ramazan ayında Hoca lazım ki; teravih kıldırsın, vaaz etsin, nasihatler versin, dini-imanı öğretsin. Köyün ileri gelenleri Nasrettin Hocayı imam olarak tutmuşlar. Ramazanın son günlerinde bir vaazında Hoca, Hz. İsa (as)’dan bahsederken “ölmediğini, göğe yükseltildiğini” söylemiş. Cemaatten biri dayanamayıp sormuş:
- Hocam, Hz. İsa gökte ne yer, ne içer? Nereden bilsin ki gariban Nasrettin Hoca’ya gollük pas attığını. Hoca:
- Bütün bir Ramazan Ayı boyunca yanı başınızdaki Hocanın ne yiyip içtiğini merak etmedin de gökteki İsa (as)’dan sana ne.
Dünyanın öbür ucunda yaşanan bir olaydan anında haberdar olan bizlerin yakın akraba ve komşularından haberdar olmaması ne acı. Gelişen teknik ve teknoloji ile uzayın derinliklerinden bilgi sahibi olurken açların, muhtaçların halinden bilmemeye ne denir?
Kavramlarımızın bir bir içi boşalırken şehitlik de bundan nasibini almış bulunuyor. Şehit kavramı zamanla dinî anlamından sıyrılıp vatanını veya milletini müdafaa yolunda ölen herkes için kullanılır hale gelmiştir. Daha da ileri giderek görevi başında ölenler için de kullanılır olmuştur: basın şehidi, demokrasi şehidi,… gibi.
“Ateş, düştüğü yeri yakar.” demiş atalarımız. Şehit olanların aileleri, içlerinde bir kor ile yaşamaya mecbur kalmaktadır. Her zaman ve her olayda inancımız en büyük tesellimizdir. Dünya hayatının geçiciliği, Ahiret hayatının varlığı, sabrın karşılığının olduğu, Allah’ın sabredenlerle beraber olduğu, şükrün nimeti arttırdığı, paylaşmanın malı çoğalttığı, her amelin bir karşılığının olduğu, … gibi.
Bir kısım aile, şehit olan çocuklarının adının yaşaması, yaşatılması için okullara, parklara, kurum binalarına, cadde ve sokaklara verilmesini istemektedirler. Yüce bir makam olduğunu bilerek diyorum ki bu istek doğru değildir. Nereye kadar okul adlarını şehit çocuklarımızın adı ile değiştireceğiz? Toplumsal hafızamız ile oynanarak neden yapıyoruz bunu? Ya da nereye kadar yapacağız bu işi? Adının çok söylenmesi, yazılıp çizilmesi ile daha çok bilinmiyor şehitler. Ve daha fazla bir anlam taşımadıkları gibi sıradanlaşıyorlar. Bilinmiyor artık, o şehit ismi hangi okulu ifade ediyor diye. Şehidimiz tanınsın, bilinsin istiyorsak daha başka eylemler yapmak mümkün olsa gerek.
Şehadet yüce bir makamdır. Sıradanlaştırmaya, değerini basite indirmeye kimsenin gücü ve imkanı olmayacaktır. Yeter ki biz değerlerimize, kavramlarımıza, dilimize, dinimize, vatanımıza sahip olalım.
Kıymet bilenlerden ve değerlerine sahip olanlardan olmak dileklerimle.
Elinize yüreğinize sağlık avni hocam