Dayanılmaz hafifliklerimiz

Nereden nereye?
İnsanımız, ilmi tartışmaların yapıldığı, düzeyli siyasi münakaşaların yapıldığı çay ocaklarını, kıraathaneleri unutalı çok oldu. Hükümetlerin kurulup, hükümetlerin yıkıldığı mekânların olmasının yanında güncel meselelerin de tartışıldığı yerlerdi buralar.
Daha eskilere gidildiğinde kıraathane olarak bilinen bu yerlerde ciddi kitaplar okunur ve değerlendirmeler yapılırdı. 1850’li yıllarda ilk defa ‘Sarrafım’ diye bilinen bir zat İstanbul’da kahvehanesini kıraathaneye dönüştürür. Bu dönüşümde o devrin gazeteleri bu mekâna konulur ve gelen vatandaşlar bunları okurlardı. Zamanın gazeteleri günümüzdeki gibi çok basılmıyor (gerçi günümüzde de her geçen gün azalıyor) ve insanlar rahatlıkla bulup satın alamıyorlardı. Gazetelerin ardından yavaş yavaş kitaplar da konulmaya başladı kıraathanelerde.
Bu okumaların ardından sanat erbapları devreye girdi. Yani şiir yazan kişiler gelip orada yazdıklarını okuyorlar. Aynı zamanda o zamanın aydınları toplanıp kendi aralarında edebi tartışmalar yapıyorlardı.
(https://www.bursahayat.com.tr/bursa/turklerde-kiraathane-kulturunun-tarihi-157222)
Çay ocaklarında, kıraathanelerde bir sıcak çay yudumlarken, kışın soğuğunda salep içip içimizi ısıtırken ya da şekersiz Türk kahvelerini içerken derin muhabbetler yapılırdı.
Şimdilerde buraların yerini kafeler aldı. “Cafe” yazan levhaların bir kısmını “Kafe” olarak çevirdik ki yabancı dil olmasın diyerek kandırdık kendimizi. Bazılarımız da “Cafe” olarak kalmasının dayanılmaz (!) havasına kapıldı.
Kafelere gittiğimizden beri Türk kahvesinin yerini adını dahi söylemekte zorlandığımız Espresso, Americano, Macchiato, Mocha, Latte gibi kahve çeşitleri ile haşır neşir olmaya başladık. Daha da içimizi acıtan kısmı ise bu isimlerle hava atmanın dayanılmaz hafifliğine kapıldık. Arkadaş çevresine hava atma vesilesi saydık.
Evde içtiğiniz kahve ile o mekânlarda içtiğiniz kahve arasında fiyat farkı da çok gariptir hava atmamızın bir başka sebebi olarak karşımıza çıktı. Eskilerin kazıklanmak olarak argo ile ifade ettiği şey şimdilerde övünç kaynağı olmaya başladı.
Tabi adını söylemekte zorlanıyorsak fiyatı da ona göre olmalıydı. Garplılaşmanın dayanılmaz hafifliğinin her türlü sıkıntıları bizlere vız gelmeye başlamıştı. Bir başka havası vardı kafelerde oturmanın. Pahalıydı ama olsun. Ne içiyorsunuz denildiğinde “Espresso” cevabını vermek havalıydı bizim için.
Başörtü konusu da aynı minvalde değerlendirmek gerekir. Muhafazakar kesim kızacak olsa da dayanılmaz hafifliklerimizi burada da yaşamaya başlamadık mı? Bir sembolden öte inancın gereği olarak sokaklarda gecelemeyi bırakalı çok olmuştu. Çünkü her gece sokaklardayız artık. Espresso, Americano, Macchiato, Mocha, Latte içmenin o havasına kapılalı çok oldu bizim mahalle.
Vefayı unuttuğumuzdan bu tarafa kahvelerin de kırk yıl hatırı kalmadı.
Derdimiz başımızı örtmekti onu da örttük zaten. Örtünce derdimiz de kaygımız da kalmamıştı. Nasıl olsa hedefimize ulaşmıştık. Oysa başımızla birlikte(TESETTÜR) örtmemiz gereken asılları (HİCAP) unutmuştuk. Örterken başka yerlerimizi örtmeyi unuttuk bu defa. Başımızı örtmenin yanı sıra ahlak örtüsünü giymeyi hep ihmal ettik.
Komşumuz aç iken kafelerde bilmem kaç liraya kapuçino içmeyi marifet sayar olduk. Hatta bunu övünme vesilesi yaptık kendimize. Yağmurun yağmasını da yağmamasını da bahane edip ürünlerimize zam koymayı fırsat bildik.
Sakallarımızı uzattık ama dar pantolonla modaya uymayı ihmal etmedik. Örtünmedeki gayeyi zihinlerimizden sileli çok olmuştu. Tüm inançlarımızı sloganlara ve sembollere sığdırmıştık. Slogan atarak vicdanlarımızı rahatlatmıştık ama komşumuzun açlıktan ölmesini çok da umursamaz olmuştuk.
Felaketleri fırsat bilmeyi marifet zannetmeye başladık. Bir çorba fiyatını 10 liradan 40 liraya çıkarmayı hiç ayıp görmedik. İsmet ÖZEL’in dediği gibi ”Hak yemek, sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi bu ülkede”.
Yasal hak diyerek helalden uzaklaşalı ve bunun için kendimize fetva bulalı da çoook zaman oldu.
Ya da Alev ALATLI’nın dediği gibi; “Aslolan hakkın helal edilmesi olmalıdır. Aslolan helalleşmek olmalıdır. Helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır. Çünkü her yasal hak helal değildir ve olamaz. 21. y.y.’ın en yaman projesi, helal olanı yasal olanla örtüştürmek olmalıdır.” Sözünü protokolle birlikte alkışlar arasında dinledik ama hayatımıza tatbik etmeyi aklımıza dahi getirmeyeli çok oldu.
Yine Alev ALATLI’nın; Bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler Tüzüğü, ne Helsinki Beyannamesi, ne AİHM Mevzuatı, ne de en üstün silahlar kurtarabilir. Sözünü kalbimize işlemeden alkış tufanına tuttuğumuz zaman da çok oldu. Dayanılmaz hafifliklerimiz ve bir türlü vazgeçemediğimiz tutkularımızın esiri olduk.
Umutsuz asla değiliz. Yeter ki başımıza gelen musibetlerden ders alalım. Yeter ki yukarıda bir kısmından bahsettiğimiz hafifliklerimizden kurtulalım. Her gün yeni bir başlangıçtır anlayışı içerinde yaşamaya gayret edelim.
Üstad Sezai KARAKOÇ’un ifadesiyle; “Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır.” Sözünü unutmadan medeniyet tasavvurumuzu tekrar anlamak için öğrenci olmaya gayret etmekle birlikte talebe olmayı talep etmekle başlamak ümidiyle…
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…
Değerli başkanım emeğine yüreğine sağlık yine güzel ve güzel bir konuyu dile getirdin Tabii ki yanlışları eleştirmek en doğal yönümüz olmalı farklı olanları saygı ile karşılamak olgunluğunda olmamız gerekiyor kültürümüzün geleneklerimizin içinde el birliği ile yürümek Bize en çok yakışanıdır inşallah ufak tefek arızalarda düzelecektir ümidindeyim
Allah razı olsun değerli hocam.Rabbim sağlık afiyet versin
Armut dibine düşer. Crmaziyel evvelimizde köpürtmelerin ötesine geçmedi. Yarın kurgulamadı.
Asıl mesele ;
Yağsız süt kaymaksız yoğurt.. kültürü şekillendiren insanların ihtiyaçları ve zamanın ekonomik ve beşeri faaliyetlerifir.
İnsan değişen zaman ve mekan içinde helal ile helak farkını koruyor ve tercihini helalden yana kullanıyor ise hiç bir sorun yok. Ancak İslam ile müşerref olmuş bu necip millet maalesef düşmana benzemiş durumda. Çok az topluluk diyebileceğimiz belki yoplumun tahminen yüzde 25 ile 35 arasında bir kısmı ancak dini hassasiyeti var. Bunların da ancak yarısı kadar bir topluluk dini emir ve kurallara göre hayatını şekillendiriyor.
Maalesef duyarsız olan toplumlar önce kendi meziyet ve değerlerini kaybederlerken boşalan alan medeniyet ve sosyo ekonomik durumu daha iyi zengin ülkelerin değerleri ile işgal edilmektedir.
“Lime tegulune ma la tefalumn” yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz ayeti kerime belki anlatmak istediğimiz bir sayfa içeriği tek cümle ile özetliyor.
Örnek olmak uygulamak ve Kur’an ahlakı ile ahlâklanmak gerek.
Kurandan uzaklaşan toplumlar sadece kutsal kitaptan değil onun içeriği özü olan ahlak, insan – insan , insan – çevre ayrıca insan – Allah ilişkilerinden de uzaklaşmış demektir kısaca kendini bkendi yapan değerlerden uzaklaşmış demektir. Onun için yasal olan herşeye ahlakı ve dinî diyemeyiz vesselam.
Yazınız için teşekkür ederim harika bir yazı istifade edenler bol olsun inşallah.
Değerli hemşehrim
Kaleminize, elinize sağlık.
Eskiden kahvehanelerde bütün gazeteler alinirdi.kahvehaneye gelenler kimi ön sayfasını kimi spor sayfasını kimi ekonomi sayfasını okurdu en az bir çay içerdi.Kahve sahibi para kazanır hemde bilerek veya bilmeyerek okumaya katkıda bulunurdu.Sanki o dönemlerde ahlak,vicdan vefa daha fazlaydı.Selamlar…
Kalemine yüreğine sağlık.